‘Avukat tutma, hâkim tut’
Bulunduğum yer ile Türkiye arasında bir saatlik fark var…
Burada saat altıya geliyor, daha hava aydınlanmamış, bakışıp durduğumuz Vistül Irmağı da uyanmamış…
Bomboş caddelerde beliren tektük insanlar hızlı adımlarla bir yere yetişmeye çalışıyor.
Televizyonda takılı kaldığım haber kanalı, Moskova Metrosu’ndaki 38 günahsız insanı haince yok eden bombalı saldırıyı ve Çeçen bağlantısını, Sarkozy’nin ABD gezisini, hiç beklenmedik şekilde yerel seçimlerden zaferle çıkan Berlusconi’yi, Türkiye’ye yersiz ve anlamsız bir şekilde “ayrıcalıklı ortaklık” teklif etmeye devam eden Merkel’i tekrar tekrar verip duruyor…
Türkiye’de ise saat yediye yaklaşmakta…
***
Türkiye gündeminde ise kamuoyunun Pazartesi akşamı haberdar olduğu iki sürpriz değişiklikle birlikte AK Parti’nin dün Meclis’e sunduğu “Anayasa Değişim Paketi” var.
Anayasa’da değişiklik öngören pakette sürpriz değişikliklerden biri Genelkurmay Başkanı ve komutanlara “Yüce Divan”da yargılanma yolu açılması…
Diğeri de, bireysel başvuru hakkı getirerek iç hukuk yolu bittiğinde vatandaşın Anayasa Mahkemesi’ne gitmesini sağlamak.
Bu iki sürpriz değişikliği de anlamak kolay değil.
Türkiye’de Genelkurmay Başkanı’nı yargılayacak bir askeri mahkeme yok. Yasa koyucu nedense belli ki bunu “mümkün” görmemiş…
Şimdi de sivil mahkemede yargılanması söz konusu olur ise Genelkurmay Başkanı ve komutanların “Yüce Mahkeme”de yargılanması öngörülüyor…
Devlet memurları “silahlı” olunca, neden böyle bir ayrıcalık söz konusu olacak, anlaşılır gibi değil…
İkinci sürpriz değişikliğin nedeni ise “hem Türkiye’yi tazminattan kurtarmak hem de Türkiye hakkındaki kötü imajın önünü kesmek” olarak açıklanıyor.
Türk yargısını “yeryüzü standardında karar alacak hale getirmek yerine” bunu içeride “kol kırılır yen içinde kalır” haline getirmenin Türkiye’ye yararı mı var, zararı mı? AİHM’in ıslah edici etkisini ortadan kaldırmak, “hukuk titizliğinden” ziyade “siyasal milliyetçi” bir refleks yansıtmakta…
***
Üstelik…
AK Parti “aman yargısal ayıplarımızı dünya görmesin” hazırlıkları içindeyken, mevcut durum açısından çok düşündürücü gelişmeler ve haberler de yağmur gibi yağıyor.
Örneğin, “Balyoz” soruşturması kapsamında savcılıkça ifadesi alınan Tümgeneral Abdullah Dalay’ın, tutuklanması istemiyle sevk edildiği Nöbetçi 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından serbest bırakılması bunlardan biri…
Haberlere göre Dalay’ı serbest bırakan Nöbetçi 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin “tahliyeleri” hayli dikkat çekiyor”…
“12. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimi Oktay Kuban’ın önüne gelen ‘Balyoz’, ‘Kafes’ planlarıyla ilgi dosyalarda çok sayıda kişi salıverilmiş”...
Haberin vurucu satırı şöyle:
“Kuban, geçtiğimiz günlerde de Korgeneral Yurdaner Olcan’ı serbest bırakmıştı. Islak imzalı belgenin sahibi Albay Dursun Çiçek de, ikinci kez tutuklanmasının ardından yapılan itirazda, 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından serbest bırakılmıştı. Hâkim Kuban, 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen ‘Kafes Eylem Planı’ iddianamesine de muhalefet şerhi koymuştu.”
Gene…
“Balyoz” soruşturması kapsamında ifadeye çağrılan ancak sağlık sorunlarını gerekçe gösteren üç korgeneralin daha Kuban’ın nöbetçi olduğu dönemde adliyeye geleceği de gazete sayfalarında yer alıyor.
Bunları okuyunca, ister istemez insanın aklına bizdeki halk değişi haline gelen çarpıcı cümle geliyor:
“Avukat tutma, hâkim tut”.
Kamuoyuna yansıyan bu tabloya rağmen AİHM’in denetiminden buraları kurtarmaya çalışmak ne kadar anlamlı?
***
Neyse ki çok olumlu bir mahkeme haberine de rastlıyorum...
Epeydir, Türkiye’de gizli gizli yayılan bir “heykel düşmanlığı” var. Daha doğusu “müstehcen düşmanlığı” kisvesi altında geliştirilen “sanat düşmanlığı”…
Bunlardan birine de Antalya’nın Kemer ilçesinde rastlamıştık.
Müstehcen olduğu gerekçesiyle yerinden kaldırılan “Aşk Yağmuru” heykeliyle ilgili açılan davada mahkeme heykelin yerine konulmasına karar vermiş…
***
Vistül Nehri uyanmaya çalışıyor…
Arabalar çoğaldı.
Güneş bugün hiç görünmeyecekmiş gibi bulutların arkasına çekilmiş…
Uzaktan Türkiye hallerine baktıkça, insan, sabahın çok erken saatlerinde bile keşke çok daha olumlu bir noktada, hem bize, hem çağa uygun bir noktada olsaydık diye hayıflanıyor…
Neyse, o istikamete doğru yol alalım da, gecikmeyi belki ileride kapatırız… Bu da sabahın tesellisi olsun…