BİRDEN BİRE...


Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, Manisa'da yaptığı konuşmada, Türk Ekonomisinde 6 yıldır devam eden yatay seyre dikkat çekerek, sanayileşme hamlesi önerdi.
Bakın ne dedi Hisarcıklıoğlu;
“2002′ye kadar düşük gelir tuzağındaydık. Kişi başına gelir 4 bin doların altındaydı. Daha sonra ekonomide yapılan hamlelerle Türk ekonomisinin kişi başına geliri 6 yılda 10 bin dolara sıçradı. Türkiye’nin insanların refah düzeyi arttı. Ama maalesef son altı yıldır yerinde sayıyoruz. Bunun sebebi reform yapmasını unuttuk. Birbirimizle uğraşmaya başladık. Türkiye olarak birlikte hareket etme kültürümüzü kaybettik. Herkes ayrı baş olunca reformları bırakınca orta gelir tuzağında debeleniyoruz. 9 yıl sonra kişi başına düşen geliri 25 bin doların üzerine çıkarmak istiyoruz. Bunun olması için Türkiye’nin daha hızlı büyümesi gerekiyor. Türkiye’nin büyüme hızı cumhuriyet tarihi boyunca yüzde 5 civarında. Ama son dört yılda yüzde 3′ler civarındayız. Avrupa’ya göre daha iyiyiz. Ama arkamızdan gelişen ülkeler geliyor ve bizden daha hızlı büyüyorlar. Yarın bunlar bizi geçti diye tereddüte düşebiliriz. Türkiye kişi başına düşen geliri 25 bin dolara çıkarması için yüzde 7′lik büyüme oranını yakalamalıdır. Büyüme trendini tekrar yakalamamız lazım. O zaman hayalimiz gerçek olur”
Büyük bölümüne katılmasam da, ekonomide süren durağanlık noktasındaki görüşlerine yüzde yüz katılıyorum. Zira kişi başına düşen gelir artmış olabilir, ancak kişilere yansımadı. Belli bir kesim arasında pay ediliyor.
Aynı saatlerde ekonominin amiral kaptanlarından Mustafa Koç'a gazeteciler “21. Yüzyılda Kapital” kitabının yazarı Thomas Piketty’nin, “Türkiye’de enflasyon eşitsizliği artırıyor. Servet vergisi alınmalı” tespiti hatırlatılıyor... Koç’un buna yorumu ise esprili bir dille, “Daha ne vereceğiz. Bir gömleğimiz kaldı. Kayıtsız ekonomiyi kayıt altına aldıktan sonra bunu tekrar konuşmak lazım” şeklinde oluyor.
Ardından yerelden benzeri açıklamalar geldi. KTO Başkanı Mahmut Hiçyılmaz komşularla yaşanan sorunların pazarı etkilediğini belirterek, ama buna rağmen idare etmeye çalıştıklarını dile getirdi.
Onun ardından Sanayi Odası Başkanı Mustafa Boydak, sanki yaklaşan bir krizi işaret edercesine oda üyelerine "Gelir gider bütçelerinizi iyi yapın ve sakın ola ki ana iş kolunuzun dışındaki alanlara sürpriz yatırımlar yapmaktan kaçının" diye uyarılarda bulundu.
Boydak'ın bu sözlerinin açılmışı ise, "Krizin ayak sesleri işitilmeye başlandı. Sayın üyelerimiz dikkatli davranın, önleminizi alın" şeklinde özetlenebilir. Peki bu beyanları alt alta koyduğunuzda ortaya ne çıkıyor diye soracak olursanız.
Bir iki başlıkta özetlemek mümkün. Şöyle ki;
Bu mesajların ortalamasını ele aldığımızda ve bunlara bir de Ali Babacan'ın iki gün önce Demokrasi, insan hak ve özgürlüklerinin ekonomi için de çok önemli olduğunu vurgulayan konuşmasını eklediğinizde çıkacak ilk sonuç;
Ekonomi iyiye gitmiyor. Sıkıntılar var. Borsa ve Döviz kurları günlük önlemlerle yerinde tutulmaya çalışılıyor. Ama yabancı para akışı da gittikçe azalıyor. Gelecek yıla ne olacağını Allah bilir.
İkinci sonuç; Ey Recep Tayyip Erdoğan, Başbakanlığın döneminde bize söz hakkı vermedin. Sıkıntıları dillendirmek istediğimizde bizi ezdin, azarladın, cezalandırdın. Ama bizi dinleseydin bu sıkıntılı sürece gelmezdik. Ürettiğimiz malımızı satacağımız dost ülke bırakmadın. Afrika ve Asya çöllerinde bir avuç pazarımız vardı, gidip oralarda önümüzü açan yapıyı bizzat birinci ağızdan şikayet ettin. Yarın o kapılar da yüzümüze kapanacak.
Üçüncü sonuç; Artık Cumhurbaşkanısın. Başbakan başka bir isim. Ne de olsa eskisi gibi üzerimize gelemezsin. Bırak da konuşup karnımızın şişini indirelim. Yanlışlıkları özgürce haykıralım.
Daha bir çok mesajı içeriyor aslında yukarıda örneklediğim 4 kurum temsilcisinin açıklamaları. Hepsi ortaya birer kelam attılar, yansımasını bekliyorlar.
Ama iş dünyası karamsar. İş dünyası umutsuz.
Çalışan kesim karamsar, çalışan kesim umutsuz.
Emekli karamsar, emekli umutsuz.
İşsiz kesimi tümden karamsar, tümden umutsuz.
Pinpon topu gibi oynadığımız memur camiası da artık, "Yeter yahu" deme noktasında.
Fakat hala ne hükümetin ne de Sayın Cumhurbaşkanının önünde yukarıdaki kesimlerle ilgili hiç bir gündem yok. Onlar iki konuyla ilgili. Biri Suriye'deki rejimin devrilmesi, ikincisi Paralel yapı olarak adlandırdıkları Fetullah Gülen ve Cemaatinin imkan olursa Türkiye'den kazınması, ortadan kaldırılması.
Unutmadan, Ak Saray, menşei belirsiz açılım söylemleri ile oturulan İmralı'daki pazarlık masası, Amerikanın Keşfi söylemi, Esnaf hakimdir, jandarmadır açıklamaları, parti içi mücadele gibi unsurlar da iktidar partisini, sıcak tavaya konulmuş margarin gibi eritiyor. Kamuoyu araştırmaları, partinin yüzde 40 bandına yaklaştığını işaret ediyor.
Şu anda Ak Parti tabanının kahır ekseriyeti artık bazı şeyleri savunamaz noktada. Büyük bölümü Abdullah Gül'ün gözünün içine bakıyor, onun bir siyasal harekete öncülük etmesini ve Türkiye'nin içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarılmasını umuyor.
İktidar partisi ise, A planından sonra B Planı, o da olmazsa D Planı ile bir seçimi daha kazanarak, Sayın Erdoğan'ın mutlak başkan olması için gereken çoğunluğu sağlama hesapları yapıyor.
Yani diyeceğim o ki;
Türkiye iklimsel olarak soğuk, karlı, siyaseten ise sıcak bir kışa girdi girecek.
Allah bu milleti doğal ve siyasi afetlerden korusun..