GAZETECİLİK..

Zor zanaattir gazetecilik..

Yılmaz Özdil’in dediği gibi, ‘gizli deliliktir’ aslında bizim yaptığımız.

Yaranamazsın kimseye, yaranmayı başardınsa, bil ki meslek doğrularından ödün vermişsindir.

Belanın tam ortasında yaşarız, 7/24..

Beğendiremezsin yazdıklarını, beğendirmeyi başardın ise bil ki, mürekkebe su katılmıştır.

Zira insandan yana olmanın adıdır gazetecilik.

İnsanı her şeyiyle sömüren, insanın parasını, inancını, düşüncesini menfaatine kullanmaya çalışan bunca güç varken, insandan yana olmak ise zordur, risklidir.

Beni hep kahreden de, insanlık için gecesini gündüzüne katan, dürüst, onurlu gazeteciler ‘insandan da destek ve övgü almaz, çünkü ‘insanın da kahır ekseriyeti, insanlıklarını, yaşanan ve yaşatılan ‘yalan rüzgarının önüne katmıştır.

Hele gazeteci eşi olmak, yetiştiğini bile göremediği gazeteci çocuğu olmak daha zordur, sevgili dostlar.

Zira, gazetecinin yazdığı her doğru, mutlaka bir eğrinin huzurunu kaçırır.

Hemen adliyeye koşar eğri.

Dilekçesini verir mahkemeye. İyi de bir avukat tutmuştur, çünkü güç ve para ondadır.

Dilekçenin mahiyeti mi;

“Savcı bey bu gazeteci var ya, bu gazeteci, yazısında hava bulutlu, yağmur yağacak herhalde dedi. Aslında ima etmek istediği benim ördek olduğumdur. Şahsıma hakaret ettiği için kendisinden tazminat talep ediyorum..”

Dilekçenin geldiği güç dengesinin hatırına başlar dava süreci.

Önce evine polis gelir, senin mali durumunu tespit etmek için.

Sonra hazırlık dosyasına ifade verirsin, semt karakoluna giderek.

İlk duruşmaya katılmak zorundasın. Beraatle sonuçlanacaksa da.

Evine gelen polisin hazırladığı tutanak kaçırır huzurunu evdekilerin.

Sonra mahkeme celbi. Sonra duruşma öncesi evde oluşan psikolojik gerilim. Ve tabii ki, aylar sonra gelen ‘takipsizlik’ ya da ‘beraat’ kararının rahatlığı.

O nedenle zordur gazeteci eşi olmak.

Evdeki mutluluğa ortak olamazsın çoğu zaman.

Oluşan acıyı paylaşarak azaltmak için en sevdiklerinin, yetişemezsin ya da geç kalırsın.

Ama adım atmışsın bir kere bu mesleğe, yani gönüllü olmuşsun.

Daha doğrusu gönül vermişsin bir kere, insana ses olmaya, haksıza, hayasıza dur demeye.

Velhasıl sevgili dostlar, Sağlam durmak, iyi düşünmek, iyiyi yazmak zorundasın.

Gazeteciysen ve iyi yazamıyorsan, iyi düşünemezsin. İyi düşünemiyorsan, o zaman da başkaları senin yerine düşünür.

Sen onun, onların düşüncelerine ses olur, yazı olursun.

Buraya kadar, olması gereken, yapmaya çalıştığımız gazeteciliği anlattım.

Bir de ‘yeni moda’ gazetecilik vardır.

Genellikle, bunun adına ‘yandaşlık’ veya ‘yalakalık’ denir.

Ama günümüzde onlar daha makbul adamlardır!

Onların kalemi, hakim güçlerin ve patronun beynine bağlıdır.

Hakim güç düşünür, patron talimat verir, onlar en süslüsünden cümlelerle köşelerine taşırlar bunu.

Metreslerine ‘asistan’ payesi verir yan odada işe başlatırlar. Bazıları bir tanede patron için ayarlarlar, ince bellisinden, sarı saçlısından.

Onlar, yeri geldiğinde karaktersizliği karakter olarak benimseyen, camiyi soyarken imam, kiliseyi soyarken papaz rolü oynayan, birine el sallarken diğerine göz kırpma kişiliksizliğini sergileyen, yaşına, başına bakmadan oturak alemlerinde keyif çatan, karşılaştıklarında gücün eline kapandığı halde, sırtını döndüğünde demediğini bırakmayan ikiyüzlülerdir.

Onlar düşünmez, yazar sadece.

Onlar için ‘insan’ bir varlıktan ibarettir.

Tek taptıkları, tek inandıkları hakim güç, patrondur.

Özellikle demokrasinin sıkıntılı olduğu ülkelerde yaban otu gibi ürerler.

Bazı zamanlar tüm köşe başlarını tutmuşlardır, şimdi olduğu gibi.

Ve çıkar çevrelerinin işlerini kovalamaktır onların asıl işi, görevi.

Maalesef onların da ceplerinde ‘Basın kartı’ vardır, sahte diplomayla alınmış olsa da.

Yani dostlar, zor iştir gazeteci olmak, gazeteci kalmak.

Ama gönül verilmiştir bir kere.

Dönülmeyecektir bu kutlu yoldan.

Olunmayacaktır, gazeteci kimlikli yalaka.

Ne diyor, sözlerin efendisi George Orwvell;

“Gazetecilik, birilerinin yayınlanmasını istemediği haberleri, yazıları yazmaktır, gerisi halkla ilişkilerdir.