“Günah benden gitti!” sırası Erdoğan’da mı? (3)
Bunun işaretleri yok değil.
Şiddetin mantığı Tayyip Erdoğan’ı da teslim alabilir.
Havalar maalesef böyle esiyor.
PKK’nın terör ve şiddet dalgasını acımasızca kabarttığı bir dönemde, Türkiye’nin seçime gidiyor olması da şiddete teslimiyet sürecini hızlandırabilir.
Başbakan Erdoğan, bir elinde sopa, diğer elinde milliyetçilik bayrağıyla, seçim sandığında partisine daha çok oy kazandıracağını düşünüyor olabilir.
Bu yakın bir ihtimal.
Ama PKK’nın işine de, öyle gözüküyor ki, Tayyip Erdoğan’ı böyle bir zemine çekmek geliyor. PKK, şiddetin şiddeti beslediği kanlı bir kısır döngüden kendisinin daha kazançlı çıkacağını hesaplıyor olabilir.
Oysa bu bir çıkmaz sokak.
Hem Türkler hem Kürtler için...
Ama bir nokta var.
Erdoğan da geçmiş başbakanlar gibi, “Günah benden gitti!” havasını estirmeye başlarken, onlardan daha farklı bir dil, bir söylem kullanıyor. Partisinin son Meclis Grup toplantısında konuşurken, “Demokratik açılımından vazgeçmek ihanet olur” dedi.
1990’lardan farklı gözüken bu.
O dönemde, “Önce terörle mücadele!” denmiş ve demokratikleşme alanında hiç bir adım atılmamıştı.
Ama bu politika, dünkü yazımda da belirttiğim gibi, bunca yıl içinde PKK ile şiddeti bitirmekten uzak kaldı ve PKK ile Kürtlerin içiçe geçmesini kolaylaştırdı, PKK’nın şehirlere yerleşmesini de hızlandırdı.
Şimdi iki nokta aklıma takılıyor.
Birincisi:
Erdoğan, PKK’nın üstüne devletin tüm şiddetiyle giderken, demokratik açılımı gerçekten devam ettirebilir mi? Yoksa bu lafta mı, bir retorik olarak mı kalacak? Yani eskiden olduğu gibi, bugün de terörle mücadele edilirken pratikte her şey duracak mı?
Yakın ihtimal budur, tersi sürpriz olur.
İkincisi:
Devlet PKK’yı ezmeye çalışırken, Kürtleri kazanabilir mi? Bugün gelinen noktada Kürt sorunuyla PKK’yı ayırmak ne kadar mümkündür?
Bu iki noktayı iyi düşünüp taşınmak lazım.
Şimdi biliyorum sorulacak:
PKK’nın şiddet ve terörü karşısında devlet duracak mı? Hayır durmayacak, duramaz da...
Ama aynı zamanda devletin, siyasal otoritenin çıkmazları iyi teşhis etmesi gerekir.
Şiddetin mantığına teslim olarak, şiddetin şiddeti beslediği kanlı kısır döngüleri güçlendirerek Türkiye’nin bir numaralı sorunu çözüm rayına sokulamaz.
Bu hem devlet, hem PKK için geçerlidir.
Silahın, şiddetin kullanım süresi her iki taraf için de dolmuştur. Şiddetin mantığına teslim olarak, “Günah benden gitti!” diyerek ancak yeni tuzakların kapıları açılır.
İlgili tüm tarafların bu yalın gerçeği görmekten ve içlerine sindirmekten başka çareleri olduğunu sanmıyorum.
Neredeyse otuz yıldır bu ülkede şiddetin her türlüsü denendi.
Ama şiddet ve terör bitmedi.
Kan ve gözyaşı gölünü yeniden büyütmeye kalkışmak, hem bu topraklara, hem Türklere, hem Kürtlere, hem de barışa ihanet olur.
Ne yapmalı sorusunu bu köşede çok sordum.
Ve bir açıdan öncelik olarak hep aynı şeyleri söyledim:
(1) Önce ateşkes! Yani parmakların tetikten çekildiği, dağdan ölüm haberlerinin kesildiği bir dönem...
(2) Yeniden ‘demokratik açılım’ -ya da barış- sürecinde, geçen yaz olduğu gibi, öyle sabırsızlık yüklü birkaç aylık değil, birkaç yıl sürebilecek uzun ve zahmetli bir yolculuğu başlatmak...
(3) Öcalan’ı da, PKK’yı da yok saymayan bir sürecin arkasına, son bir yılın yanlışlarından da dersler çıkararak gerçek bir siyasal irade koymak...
Elde silah, elde sopa çözülemez bu sorun.
Daha fazla acı çekilebilir ama sonra yine ve öncelikle yukarıdaki üç noktayı gelinir.
Gecikmenin mantığı var mı?
Dördüncü yazı yarın.