Her canlının 4 mevsimi, her ülkenin, her iktidarın 4 dönemi vardır.
Bazı canlıların her mevsimi bir ya da iki günle sınırlıdır.
Ama bazı canlı organizmaların ömründeki her mevsim yıllar, belki de asırlar sürer.
Kelebekten başlayalım.
Ortalama bir hafta yaşar.
İnsanı ele alalım, her mevsimi 20 yıldır ortalama.
Ülkeleri ele alalım, bazen birkaç asırdır her mevsimi mesela..
Ülkelerde hüküm süren iktidarları ele alalım;
Sırtına bindiği veya sırtını dayadığı toplum katmanlarına ihanet edene kadardır iktidar süresi.
Dünyayı ele aldığımızda, milyonlarca yıldır her mevsimi.
Ama illaki yaşar her canlı organizma İlkbaharı, Yazı, Sonbaharı ve Kışı..
Güz Mevsiminin kapımızı çaldığı günlerdeyiz.
Hasat mevsimi bitti, hazan mevsimi başladı ve arkasından hüzün gelecek.
Sonrası kış, yeniden bahara ulaşmanın direnciyle karşılayacağız kışı, öksürsekte, hapşırsakta biliriz ki arkasından gelecek olan bahardır.
Bu hazan mevsiminde ağırlaşan ekonomik sorunlar, üstüne gelen sırtımızdaki adalet sopası, her gün biraaz daha daralan, daraltılan hak ve hürriyetler Sonbaharın hazzını gönlümüzce yaşamamıza bile engel.
Ve belki biz baharı yeniden göreceğiz, açan çiçeği koklama, yemyeşil kırlarda yürüme özlemini yeniden tadacağız, ama güzel ülkemi yaşanası olmaktan çıkaran anlayışlar yüzünden, Sonbaharı yaşayamadan çetin kış şartlarına teslim olduk, teslim edildik.
Neresinden başlasam, nasıl anlatsam bilemiyorum ama;
Fakirin temel besin kaynağı olan ekmek bile çok yakında zor bulunurlar listesine girecek bu gidişle.
Yoksulluk tamam da açlıkla sınandığımız, sınanacağımız günler bekliyor korkarım Aziz Türk Milletini.
Çiftçi hayvan yetiştiricisi, girdi maliyetlerinin 6 ayda ikiye katlanması yüzünden adeta havlu attı.
Torbasını 5 yıl önce 90 liradan satın aldığı un 1600 liraya yükselen gariban ne yapacağını bilemez durumda.
Eğitim alanında, bizimle aynı çizgideki ülkelerle bile rekabet edecek halimiz kalmadı. Israrla, bilim ve ilim üreten okulların yerine, hurafelerle dolu derslerin okutulduğu okullar dayatılıyor dar gelirlinin çocuğuna.
Milleti aç kalmamak için önlem alan ülkemin tepesine pinekleyen yönetim anlayışı, ‘Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler’ diyecek kadar toplumundan, ülkesinden, halkından kopuk hale geldi.
İçecek su alamayan milletimin Ejder Suyu içen yöneticileri var yani.
Halkın adalete olan inancı, ardı ardına gelen dayatmalarla yok edildi, yerlerde sürünüyor.
Cumhuriyeti kuran kadroların kurduğu siyasi partilere bile yargı yönetici atamaya başladı.
Ülkenin, ‘Yasama, Yürütme ve Yargı’ olarak bilinen 3 temel uygulaması, “Tek adam, Saray ve Tarikatlar’ olarak yer değişti.
Medyası pespaye, yancı ve yalakaların çöreklendiği kalitesizliğin kol gezdiği bir alan haline getirildi güzel ülkemin.
Kamusunda liyakat esası yerine biat esasının geçerli hale getirildiği bir yetersizler topluluğu yerleştirildi kilit noktalara.
Cücelerin gölgelerinin, batan güneşle dev haline getirildiği günlerden geçiyoruz.
Dedim ya dostlar, insanların, canlı organizmaların ilk baharı ve son baharı vardır.
Korkarım, kanla, canla bedeli ödenen Genç Türkiye Cumhuriyeti, hayatının ilkbaharında, sıcak yaz günlerini, hazan mevsimini görmeden çetin kış şartlarına teslim edildi, hemi de çeyrek asırdır bizi yöneten bir iktidarın eliyle.
Yeniden İlkbahara erişir miyiz, ondan bile şüphem var ülkem adına.
Zira, yaşananları görmemek için gözlerini yuman, kafasını başka yöne dönen, çevresinde kümelenen yalakalar yüzünden yaşananları görmeyenler var karar noktalarında.
Ve onlar, sağdan soldan buldukları borç paralarla kışlık sarayların ihtiyaçlarını temin etmenin, yazlık sarayların inşaatlarının tamamlanmasının ötesinde bir kaygı gütmüyorlar.
Cumhuriyete ve Demokrasiye küfür ede ede, Cumhuriyet ve Demokrasinin güzel ülkeme kazandırdıklarını satıp savmalarından belliydi bu günleri yaşayacağımız.
Yani dostlar elimizde kalan ve yaşama gücümüz olan ‘umud’umuzu bile elimizden aldılar.
Ve umutsuz insanlar, umutsuz toplumların da, korkarım pek geleceği olmaz.