KİM GİDECEK ACABA?

Mazot Sonbahar’da 7 küsur lira.

Bu gün 25 lirayı test ediyor.

Sıvı yağ, yumurta, ekmek, kömür, tüpgaz, gübre, domates, hıyar, yeşil biber, patates, soğan Sohbahardaki fiyatların en azından 2 katı.

Sorsan, “Ama Avrupa’da da kriz var. Petrol fiyatları arttı, zamlar ondandır..” kolaycılığı.

Her hafta bir toplum kesimi sanık sandalyesine oturtuluyor.

Ülkenin aydınları ile başladılar.

Kimini içeri tıktılar, kimini hain ilan ettiler, kiminin işini ekmeğini elinden aldılar.

Sonra sendikalara savaş açtılar, grevi yasakladılar, çalışana işçi değil köle gözüyle bakanların sırtları sıvazlandı, hala havai fişek tesisindeki patlamada ölenlerin cenazeleri bile kaldırılmadan, fabrika sahibinin onuruna verilen akşam yemeğinin görüntüleri gitmiyor gözümün önünden.

Ya da Soma’da ölenin yakınını tekmeleyen saray soytarısının görüntüleri.

Türk Askerini koydular bir zamanlar hedef tahtasına.

“Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” demediler mi..

Sonra ülkenin örgütlü yapılarına, odalara, borsalara, vakıflara, derneklere, işletmelerin başına kendi adamlarını koymaya başladılar ki, olumsuzluğu dillendirmesin, her fırsatta iktidarın uygulamalarını savunsun diye.

Bu yapıların seçimle gelen yöneticilerinin gitmemekte ısrar edenlerinin yerine ise kayyum atadılar, seçimle gelenini ise içeri tıktılar.

Artık odaların, kurumların başına kimin atanacağına AKP-MHP ittifakı birlikte karar veriyor.

Kayseri OSB ve KESOB’da yaşananlar bunun en çarpıcı örneklerini oluşturuyor.

Mühendis ve Mimar Odaları, Barolar, Üniversiteleri sopayla hizaya getirmeye gayret ettiler.

Boğaziçi Üniversitesinde aylardır yaşananlar buna bir örnektir.

Patates üretimini planlayamayınca ve fiyatı yükselince üreticiyi, depocuyu, sıva yağ fiyatları kontrolden çıkınca marketler zincirlerini, enflasyon hesabı tutmayınca dış güçleri sorumlu tuttular.

Boşalan Merkez Bankası Kasası yüzünden 3 ayda bir Merkez Bankası Başkanı değiştirdiler, TÜİK Başkanı ve bakan görevden aldılar, ama hiçbir olumsuzlukta kendilerini kusurlu görmediler, göstermediler.

Son günlerde akaryakıt istasyonlarında bir komedi izliyoruz.

Akşam fabrikasından çıkan işveren, dükkanından çıkan esnaf, mesaiden çıkan orta halli memur, işçi evine değil önce akaryakıt istasyonuna gidip yakıt kuyruğuna giriyor.

Bütün araç depoları full.

Ama eksilen 1 litreyi bile akşamdan takviye ediyorlar, biliyor ki araç sahibi ve sürücüsü yarın o eksileni aldığı fiyata geri alamayacak.

Hemen çıkıp başlıyorlar, “Avrupa’dan daha ucuz bizde akaryakıt, dünyada zaten akaryakıt fiyatları fırladı da ondan günlük geliyor zamlar.

Hayır kardeşim, öyle değil.

Dünün rakamlarını baz alırsak, Dünyada petrol fiyatlarındaki artış sadece yüzde 26.

Bu gün daha düşük seviyede.

Ama sen sonbaharda litresini 7 küsur liraya aldığı mazota şimdi neredeyse 25 lira ödüyorsun.

Evet Avrupa’ya göre, bizde petrol ürünleri daha ucuz.

Ama meselenin aması var.

Bak kardeşim, Asgari ücret alan bir ABD vatandaşı, geliri ile ayda 1.264 litre benzin alabilirken, bu rakam bir Alman için 1.055, Polonyalı için 528, Yunan için 469, Türkiye'deki asgari ücretli için ise sadece 264 litre.

Yani onlarda benzin mazot Türk Lirası ile karşılaştırıldığında daha pahalı ama onların asgari ücretinin alım gücü de bizimkinin 4-5 katı.

Şimdi sıra, hedef tahtasına oturtulan doktorlara geldi.

Neymiş efendim 8-9 bin lira maaş alıyorlarmış giderlerse gitsinler miş.

Yeni mezunlarla devam ederiz miş.

Hayır efendi, mesele o kadar basit değil.

Oto Sanayiinde ustasını kovup, çıkarla işine devam eden işyeri sahibi gördün mü sen.

Hangi oto sahibi, aracını çırağın eline bırakmayı göze alabilir.

Tıpta mesleki deneyim de öyle bir şey işte.

Hem yeni mezun doktorlar, asistan doktorlar hayatlarından memnun mu sanıyorsun ki, onlarla devam edeceksin?

Yurtdışına kapağı atmak için sıraya girenler, harıl harıl yabancı dil öğrenenler deneyimli tıp adamları değil, genç doktorlarımız.

Zira sizden önce ve sizin döneminizin ilk yarısında göreve yeni başlayan bir doktor 2 bin dolar karşılığı Türk Lirası maaş alıyordu.

Şimdi aldığı ücret tam açlık sınırı çizgisinde.

Dolayısıyla giderlerse gitsinler efelenmesi sadece dikkatleri bir toplum kesimine çekip yeni bir düşman oluşumu yaratmaktan ibarettir.

Yani diyeceğim;

Kürt gitsin, alevi gitsin, avukat gitsin, mimar gitsin, mühendis gitsin, doktor gitsin edebiyatı ile ülke yönetilmez.

Aklınızı başınıza alın, yoksa gidecek olan belli.