NE ARA KİRLENDİK..

Köylümüz, mahallelimiz, komşumuz vefat ettiğinde 3 gün radyo TV açılmazdı evlerimizde.

Bir hafta, 15 gün ölenin evinde tencere kaynamaz, mahalleli yaptığı yemeği paylaşırdı yaslı aile fertleri ile.

Köylü biri hastalandığında elleşip, kollaşıp harmanını, hasadını ortada bırakmazdık.

İmece derdik bunun adına.

Aynı malı satan iki komşu esnaftan biri siftah yaptıktan sonra gelen ikinci müşteriyi komşusuna yönlendirirdi, o da siftah yapsın diye..

Zorunluluktan, en temel gereksinimini satışa çıkaranın, satışa çıkardığının parasını toplayıp öder, ama sattığı ürünü almazdık, sana lazım olur diyerek.

Ödeme güçlüğüne düşen esnaf için çarşı seferber olur, dar gününü kurtarması için destek sağlarlardı.

“Cenaze Camii-Kebir’de” diye bir ses duyulduğunda, işi gücü bırakır cami önüne koşar, ölenin yakınının acısını paylaşırdık.

Yaz mevsiminde bağda kalan esnaf, ikinci gün sabah getirdiği sepet dolusu meyveyi, bağı olmayan dükkan komşuları arasında pay ederdi.

Esnafın yanına çırak olarak başlamış, kalfa olmuş genç işyeri açmaya karar verdiğinde iş kurmak için sermayesini patronu ve çarşı esnafı bir araya getirir verirdi.

En zengini de, en orta hallisi de, en sade yaşayanı da çarşıda, sokakta birbirine benzerdi. Gösteriş, caka ayıplanırdı eskiden bu kentte.

Müşteri velinimetti esnaf için, yolunacak kaz gözüyle bakılmazdı.

Siyasetçiler çarşıda, pazarda saygı görürdü. Partisine bakılmaz, hepsine hürmet edilirdi.

Siyasi Liderler, TV Ekranlarında bile, birbirine eleştirdiklerinde siyasi nezaketi elden bırakmaz, saygıyı öne çıkarırlardı.

Mazereti nedeniyle oruç tutmayanların yemek yedikleri tek lokantanın önünden oruç tutanlar geçmemeye özen gösterirlerdi, girip çıkarken oruç yiyen mahcup olmasın diye. Açık olan lokanta da, Ramazan Ayında perde çekerdi cama.

Sahi ne ara bozulduk bu kadar..

Şimdi çaresiz kalmış adamın satışa çıkardığı evi 3 kuruş daha ucuza kapatıp bununla övünenler makbul adam! oluverdi.

“Ben senin düğününde altın getirdim, sen ise düğüne gelmedin, altınımı istiyorum” diyecek kadar hafif adamlar türedi.

İşinde, mesleğinde başarılı olmuş insanlar, adam harcama makinelerine atılıp doğranıveriyor. Fırıldaklar baş tacı.

Tefecilik Cari meslek haline geldi.

Kağıt üzerinde 5 liraya buzdolabı satıp, 4 liraya geri alan, yine kağıt üzerinde 100 liraya otomobil satıp 60 liraya geri alanlar Namuslu Tacir! pozunda gerine gerine geziyorlar aramızda.

Küçümseme, tepeden bakma, dedikodu, çamur atma, riya, Yükselen Değer haline geldi.

Yönetenler, açlık sınırında yaşayanlara lüks salonların görkemli! Avizelerinin altından bakar ama görmez, görmek istemez.

Siyasi nezaket, olgunluk, karşılıklı saygıyı esas alan politikacılar ilkel sayılıyor, rakibine saldıran, onu aşağılayan, küçümseyen, kürsüden höykürmenin ötesinde birikimi olmayan politikacı modeli el üstünde tutuluyor.

Demokrasinin, Cumhuriyetin ‘fert’ bilinci ile yetiştirdiği aydın insan modeli demode, zübüklüğü bilindiği halde halde, cari politikacı modeli önünde, ‘Allah sizi başımızdan eksik etmesin’ diye gerdan kıvıran, karşılığında Ramazandan Ramazana bir koli küflenmiş kuru gıda, kıştan kışa 250 kilo kükürtlü ve dumanlı kömüre fit olan insan modeli, makbul.

Sahi ne ara bu kadar bozulduk biz.

Hayatların her alanından Ahlak’ın izleri silindi. Ama sorarsanız dindar, sorarsanız Tarikat Ehli.

Sahi ne ara tüm değerlerimize, çıkarı ve parayı kıble haline getirmişiz biz.

Oysa her alanda dökülüyoruz.

Bizi biz yapan toplumsal değerlerimiz el değiştirdi, yer değiştirdi.

Felakete gidiyoruz, ama hala ‘Neler oluyor bize’ diye sormak yerine, bizi felakete sürükleyenlere alkış ve tempo tutuyoruz.

Bizde bu aymazlık, bizde bu umursamazlık var olduğu sürece değerlerimizi yitirmeye, pespayeliği değer olarak baş tacı olarak kullanmaya devam edeceğiz.

Ve öyle bir gün gelecek ki, o kahır ekseriyet uyanacak, uyanmasına da, ortada değer-meğer kalmayacak.