Endişe ve karamsarlık aşamalarını geride bıraktım.
Artık çok öfkeliyim.
Bir ülke bu kadar zavallı hale nasıl getirilebilir?
Bir millet bu kadar nasıl ibarsızlaştırılabilir?
Bir adalet sistemi nasıl bu kadar paspas olarak kullanılabilir.
Bizi yönetenleri istedikleri gibi maniple eden ve sırtımızı sıvazlaya sıvazlaya Ortadoğu Bataklığına sokan dış güçler, Suriye'deki bataklıkta boğulmamız için adeta bize has, bize özgü yeni bir senaryoyu bize sahneletmeye hazırlanıyor gibi geliyor bana.
Apo'nun ayağına seçilmişler heyetinin gitmesi, gönderilmesi bu büyük planın sadece küçük bir parçası gibi geliyor bana.
İkinci kez, koltuğa oturmadan Trump'un, bizimkinin sırtını sıvazlamaya başlaması, başımıza yeni işler açılacağının ipuçlarını veriyor. İlk hamlesi Nadir Toprak elementlerimiz olmadı mı?
Zira geçmiş, nasıl kullanıldığımızın ipuçları ile dolu.
Hatırlayın, adı lazım değil, bir ülkenin diktatörünün oğlu kalkıp güzel ülkeme geliyor.
Ankara’daki elçiliğin aracına binip İstanbul’a gezmeye gidiyor.
Burada motosikletli bir kuryeye çarpıyor.
Gözaltına alınıyor.
Bir telefon, ‘Bırakın adamı.’
Bırakılıyor ve apar topar Türkiye’yi terk ediyor.
Ardından yakalama kararı çıkarılıyor.
Şimdi ara ki bulasın.
Bu arada kuryenin ailesine yapılanlar da cabası.
Suudi Büyükelçiliği.
Kralın adamları geliyor elçilik binasında kendi ülkelerinin yurttaşını kesiyor, doğruyor, yok ediyor.
Olay anında, içlerinde AKP ulularının da olduğu adamlar başvurmadıkları merci bırakmıyorlar.
Katiller ülkeyi terk edene kadar kimsenin kılı kıpırdamıyor.
Sonra da başlıyor en üst perdeden efelenmeler, ta ki yeşil dolarlar devreye sokulana kadar.
Türkiye’de casusluk faaliyetlerinde bulunduğu gerekçesiyle ABD’li rahip Ağır Cezada yargılanıyor.
Mahkemenin ne karar vereceği bile bilinmezken Havaalanında uçak hazırlanıyor.
Rahip uçağa bindirilerek soluğu Trump’un yanında alıyor.
Bizimkinin “Bu can bu bedende olduğu sürece” sözleri ise masallarda kalıyor.
Almanya Yurttaşı, Gazeteci Deniz Yücel için de aynısı yapıldı, duruşmaya saatler kala uçak hazırlandı, adliyeden uçağa oradan Almanya’ya.
Verdiğim örnekler, Türk Adalet Sistemi’nin içine düşürüldüğü acziyetten birkaç küçük ayrıntı.
Dış politikada işittiğimiz “Bu can bu bedende olduğu sürece” masallarını burada sıralamaya kalksam kitaplara sığmaz.
İşte ondan karamsarım.
Bir bakın ülkenin içteki haline..
Paramız, yabancı paralar karşısında artık kuruş kuruş değil, lira lira değer kaybediyor.
Sayın Cumhurbaşkanının, her mikrofon karşısına geçip konuşma yapması Türk Lirasına, yabancı paralar karşısında tam bir lira değer kaybettiriyor.
Milletçe bir avuç dolar zenginine yem edildik.
Dolar fırladıkça onlar her gün biraz daha semiriyor, biz ise biraz daha sefaletin kucağına itiliyoruz.
Ama hala, utanmadan çıkıp “Sayın Cumhurbaşkanımız yeni bir şey deniyor, biraz sabır, refaha ereceksiniz" diyen şaklabanları hatırladınız değil mi?
Kardeşim bu mazlum millet, ekonomi biliminde yeri olmayan uygulamalara kobay edilecek kadar ucuz bir millet değildir.
Dış güçler dediniz tutmadı.
Ekonomide Kurtuluş Savaşı dediniz tutmadı.
Elde kaldı bir tek Nas silahı.
Faiz karşıtlığı.
O da tutmadı.
Dünyanın en yüksek faizinin uygulandığı ülke yaptınız Türkiye'yi.
Tamam biz de karşıyız faize.
Ama faiz denilen olgu in deyince inen, çık deyince çıkan Binali-Cinali değil ki.
Onun gerekleri vardır.
Efendim Doları dış güçler maniple ediyormuş.
Doğrudur diyeceğim ama;
Papua Yeni Gine’nin Kina'sına karşı Türk Lirasının değer yitirmesini kim maniple ediyor?
Terörist Talibanının yönettiği Afganistan’ın Afganisine karşı paramızın pul edilmesinin arkasında hangi dış güçler var?
Düne kadar acıyarak baktığımız, sınırı geçip kilolarla et aldığımız, kumar oynamaya gidilen, tüpgazı, benzini doldurup getirdiğimiz Gürcistan’ın Lari'sine karşı bile paramızın pul oluşunu nasıl açıklayacaksınız?
Beyler siz bilerek, isteyerek, yani taammüden ülkemi açlığa, sefalete sürüklüyorsunuz.
Eskiden evlerde alınacak ev, araba veya yeni kıyafetler konuşulurdu, şimdi alınacak bir koli yumurta için para çıkıştırılmaya çalışılıyor.
Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Maliye Bakanı ve Merkez Bankası yönetimi tatile çıksın, inanın Türk Lirası bu kadar hızlı erimez.
Sizin semirttikleriniz bile artık size inanmıyor.
Bankalardaki döviz mevduat hesaplarını, bizim mi sanıyorsunuz?
Yastık altına istiflenen altınları, dövizleri bu mazlum milletin mi istiflediğinizi sanıyorsunuz?
Devletin tüm kayıtları elinizin altında.
Kim hangi gün kaç dolar aldı, kaydını siz tutuyorsunuz.
Üzerine faiz kumarı oynadığınız bu milletin altınla, dövizle uğraşacak hali kalmadı.
Onlar, aç kalmamak için halk ekmek kuyruklarında geçiriyor zamanlarını.
Onlar, hastanelerde ameliyat olabilmek için sıranın kendilerine gelmesini bekliyor.
Onlar, semt pazarlarında havanın kararması fiyatların düşmesini, ya da tezgahın altına biriktirilen çürük meyve ve sebzelerin çöpe atılmasını bekliyor.
Asıl acı olan nedir biliyor musunuz?
Bu kör inadın, bu öngörüsüzlüğün ülkeyi felakete götüreceğini bizden çok daha iyi bilen, bu millet adına, Meclis Kürsüsünden, "Bu kadarı da fazla" demesi gerekenlerin çıkıp hala bu ucube sistemin bizi refaha götüreceğini savunmaları.
Hala "Vardır bir bildikleri"cilerin, endişelilerden daha fazla olması.
Ulan yokluğun, sefaletin her türlüsünü 24 yılda yaşattınız bu memlekete.
Kuyrukları kınıyordunuz, en alasını oluşturdunuz.
Karaborsayı kınıyordunuz, en alasını yaşıyoruz.
Güzel ülkem, çok uluslu uyuşturucu kaçakçılarının demir attığı, dolar bastırıp yurttaşlık aldığı muz cumhuriyetine döndü.
ABD’den ithal Merkez Bankası Başkanı bile, “Ev bulamadık anneme sığındık” demiyor muydu?
24 Nisan kararlarını koyuyordunuz siyasilerin sofrasına, bize her gün artık 24 Nisan.
Kafanızın dank etmesi ve “Sayın Cumhurbaşkanım bu millet aç, bu millet öfkeli, lütfen ekonomi için ehil bir ekip oluşturun, hep birlikte felakete gidiyoruz” demeniz için daha ne olmasını bekliyorsunuz?
Tamam onu diyemiyorsunuz, bari çıkın ve deyin ki “Bu yanlış gidişatın bir parçası olmamak için istifa ediyoruz.”
Siz sanıyor musunuz, yiyip yuttuklarınızı, ayak sesleri gelmeye başlayan bir kıtlık döneminde keyfinizce yiyeceksiniz?
Yedirmezler, yedirmeyeceğiz.