ÜLKE YANIYOR, ONLAR İSE...

Sevgili dostlar, iktidar eliyle ülke olarak, millet olarak bir felakete doğru savruluyoruz.

Ama birileri hala komalık halimize aldırmadan, "Yaşadıkların gerçek değil, psikolojik" ya da, ‘İyisin, iyisin’ diye sırtımızı sıvazlayarak sıkıntılarımızı, acılarımızı dindirebileceğini sanıyor.

Her sabah, bir belediye başkanına yapılan operasyon, ülke gerçeğinin görülmemesi, ekonomik felaketin farkına varılmaması amaçlıdır.

İddia ediyorum, bu güne kadar yapılan operasyonlarda ortaya çıktığı iddia edilen parasal tablo, Melih Efendinin dinazor yolsuzluğunun yüzde biri kadar değildir.

O nedenle ısrarla ve inatla ben ülkemin çürümüşlüğünü ve yaşadığı ekonomik kaosu yazmaya devam edeceğim.

Okullar açıldı, her 2 öğrenciden 1 tanesi okula aç gidiyor ve beslenmesi çantasında kuru ekmek bile yok..

Hasbelkader bir fabrikada asgari ücretle çalışan baba, öğle yemeğinde önüne konulan tek portakal için yöneticiden, "Bunu eve götürebilir miyim" diye izin istiyor.

Götürüp çocuğuna yedirecektir.

Günde bir öğün, CHP'li belediyelerin Kent Lokantalarında karnını doyuran emekli o bir öğünle dolduruyor 24 saatini.

Hastanelerin çocuk servislerinde yetersiz beslenme yüzünden gelişim bozukluğu başgösteren çocuklar tedavi için sıra bekliyor.

İktidar eliyle bilim, kültür, sanat gibi kavramlar jiletle kazınıyor, yerine cehalet ve sefalet tohumları ekiliyor.

Düşünce suç, düşünceyi açıklama ihanet, hak aramak ise terörizmle özdeşleştiriliyor artık.

Sendikalı oldukları için işlerinden atılan işçilerin hak arama eylemlerinde, kendilerini işten atan işyeri sahibi hakkında işlem yapılmak yerine, çalışma hakkını geri isteyen işçiler ters kelepçe takılarak götürülüyorlar işyerlerinin önünden.

Ekmeğini çıkardığı zeytin ağaçlarını korumaya çalışan köylüler. karşılarında jandarmayı buluyor ve zeytinliklerinin talan edilmesini jandarma kordonu arkasından göz yaşları ile izliyor.

Atatürk’ün, onun dava arkadaşlarının ülkemin topraklarında yeşerttiği ekonomik değerler tek tek satıldı, büyük bölümü kapatıldı.

Kütüphanelerin kapısına kilit vurulduğu, kapatılan her kütüphaneye karşılık 3-5 cezaevinin inşa edildiği bir ülke haline geldik.

Beline jop ve silah kuşanmış gencecik üniversite mezunu polisler var.

Sorsan ya öğretmen, ya fizik mezunu, ya da metamatikçi.

Gardiyan diye küçümsemeyin.

Mühendisi var içlerinde, bilgisayar uzmanı var, öğretmeni, sosyoloğu gardiyanlık yapıyor cezaevlerimizde.

Çocuğunu okutabilmek için, kentin çöp kutularını tek tek dolaşıp atık toplayan iktisatçıların ülkesi oldu güzel yurdum.

Üretim diyen, istihdam diyenler bile hainlikle yaftalanıyor artık.

Millet Kıraathanelerinde, Millet Bahçesi denen parklarda pinekleyenler bile, sohbetlerinden eskiden söze, “Bak gördünüz mü, nasıl efelendi Trump'a, Reis” diye başlıyorlardı, şimdi sabahtan akşama kadar oturdukları evin kirasına yapılan astronomik zammı konuşur hale geldi.

Ülkemin sınırları yol geçen hanı.

Milyonlarca Suriyeli, bir o kadar da Pakistanlı, Bangladeşli, Afgan, Afrikalı, İran ve Iraklı yaşıyor artık ülkemde.

Adamların kaydının bile tutulduğundan şüpheliyim artık.

Kırmızı ışıkta geçene cezaların en ağırının yazıldığı ülkemde sınırı kaçak geçenlere, vergi muafiyeti, kampta bir oda, belli bir miktar maaş bağlanıyor.

Hele bir uygulama var ki, dillere destan.

Adına “Toplum yararına çalışma” denilen bu uygulama ile, partililer ve partiden hamili kartlılar yılın belli bir zamanı işe alınıyor. Maaş var, sigortaları yatıyor, yaptıkları iş ise, karayollarında bekçilik, okulda müstahdemlik, hatta hiç işe gitmeden yıllardır maaş alanlar var içlerinde..

Üniversitelerimizi, AKP'li eskisi adamlar, eşleri, çocukları, baldız ve bacanakları ile birlikte yöneterek, bilim yuvası olmaktan çıkardılar, aile şirketlerine dönüştürdüler.

İki yıl önce yaşanan bir örnek, Kilis Belediyesi'nden.

AKP Gençlik Kolları Başkanı 14 yıl hiç işe gitmeden maaş almış, CHP seçimi kazanıp işine son verince de, ertesi gün Valilik Özel Kalem Müdürü yapılmış.

Yani her alanda üretimsiz çalıştırma hatta çalıştırmadan maaş verme anlayışı.

Hazine gelir kalemlerinde yüzde 31 olan kamunun vergi gelirleri yüzde 65’e ulaştı.

Bir deprem felaketi sonrası, yaraların sarılması için çıkarılan Özel Tüketim Vergisi, bütçenin en önemli gelir kalemi haline geldi, getirildi.

Açılım denildi, terör hortlatıldı, toplum kamplara bölündü.

Eğitim denildi, okullarımız Cehalet Üretim Merkezleri haline geldi.

İddia ediyorum, İmam-Hatip Okullarının sayısını artırmakla övünen iktidar erkinden bir tek yönetici çıkıp da desin ki, “Ben çocuğumu İmam-Hatip Lisesine kaydettirdim. Şöyle kaliteli eğitim veriliyor. Bu okullar hakkındaki görüşümü değiştireceğim. Zira istisnasız tamamının çocukları özel okullarda eğitim görüyor.”

Buna karşılık bütün köy okullarında, okulun ve öğretmenin ışığı karartıldı.

Açılan gecekondu üniversitelerde yüksek öğretim, “Elektrik teknisyeninin elektrik mühendisi olacaklara ders verdiği” konuma geldi, getirildi.

Bilimden, kültürden ödün vermeyen, Boğaziçi gibi, ODTÜ gibi kurumlar ise iktidarın hedef tahtasına kondu. Bu kurumlardaki nitelikli bilim adamları KHK ile işlerinden edildi.

Dünyanın sayılı üniversitelerinde ders veren bilim adamlarımızın pasaportuna el konuldu, yurtdışına çıkamıyorlar, büyük bölümü.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Milletin müşterek sesi” dediği basın bile, ‘Yandaş, Yalaka ve Muhalif medya’ olarak bölündü, parçalandı,

Peki bu iktidar döneminde gelişen hiç mi bir şey olmadı derseniz?

Fetullah Gülen gibi bir vatan haini beslendi büyütüldü, sonra karga misali dönüp kendisini besleyip büyütenlerin gözlerini oymaya çalıştı. Devletin gayrı-yasal istihbaratı en üst düzeye çıktı, çıkarıldı. Onlar gibi düşünmeyenler kasetlendi, sonra kapıkulu haline getirildi.

Yeni fetöcükler türedi, türetildi.

Fetullah'tan ders almayanlar şimdi 'Kendini Gavs sanan' bir zavallının dizinin dibinde sıraya girdiler.

İskenderpaşa, Menzil, Erenköy ve isimlerini sayamayacağım onlarca yeni tarikat hakimiyet kurdu, devlet kademelerinde.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.” sözüne inat;

Çalışanı engelleyen, yorulanı küçümseyen, üreteni aşağılayan bir millet yarattılar.

Eldeyse satılacak tek bir ürün kaldı.

Din..

Şimdi Kur’an Dinini bir kenara koyuyor, renkten renge sokup uydurulan din pazarlıyorlar, evde, çarşıda, sokakta ve camide.

Bakalım bu ticaretten ne kadar kazanacaklar.

Ülke felakete savruluyor, insanımız bunalımda, kimin umurunda?

Ulu Önderin, Gençliğe Hitabede dikkat çektiği, ‘Gaflet, Dalalet’ sürecini geride bıraktık.

Hıyanet Süreci de başladı merak etmeyin.

Adam çıkıp milletin gözüne baka baka "Ahmağa anlatır gibi anlatıyorum. Anayasanın 4. maddesinin değiştirilmesini istiyoruz" diye efeleniyor.

Ama daha bir kaç gün önce Ahlat'ta el ele bu adamla poz veren iktidarın diğer hissesiz ortağından tık yok.

Yani Sevgili Dostlar, hırsızın, kaçakçının, rüşvetçinin, uyuşturucu tacirinin, mültecinin, kaçağın, iktidar yanaşmasının bir eli yağda, bir eli balda.

Dürst ve namuslu güruhun ise açlıkla sınandığı günlerden geçiyoruz vesselam.