Kartacalı Komutan Hanibal’ı bilir misiniz?
Anadolu topraklarında yaşamış ve mezarı İzmit’te bulunan döneminin en güçlü komutanı, Kartaca’yı geri dönülmez bir yıkıma uğratmasına rağmen ünü başka devletlere o kadar yayıldı ki, sığındığı İzmit Bölgesi’nde bulunan Bitinya Devleti’nin Kralı kendisini hemen ordunun başına getirmişti.
Hatta Bursa Ovasını görünce Bitinya Kralına burada bir şehir kurmasını önermiş.
Bu günkü İzmit’i ise Başkent yaptırmıştır.
Bitinyalıların bir süre sonra, kendisini Roma İmparatorluğuna teslim edeceğini öğrendikten sonra da intihar eden Hanibal’ın mezarı İzmit’te bulunmaktadır.
Şimdi diyeceksiniz ki, “Tarih Dersi mi veriyorsun”
Haşa, ne haddimize.
Elbette hayır.
Ancak Hanibal’ın savaşa giderken, yemsizlikten gemide huzursuzluk çıkaran atlarına dönüştüğümüz için bu tarihi bilgiyi aktardım.
Hanibal’ın, Roma’ya sefer düzenlediği bir savaş öncesi askerleri ve atları aynı gemidedir.
Seyahat, kopan fırtına yüzünden planlanan zamanda tamamlanmayınca atların yemi biter.
Atlar huzursuzlanmaya ve tepinmeye başlayınca Hanibal ‘Yem Borusu’nun çalınmasını ister.
İlginçtir, yem borusunu duyan atlar sakinleşir ve bir süre yemlenmeyi beklerler.
Yem gelmeyince ikinci, üçüncü kez huzursuzluk çıkarırlar.
Her yem borusunda ise bir süre sakinleşirler.
Ancak sakinleşme aralıkları 1 saatten yarım dakikaya kadar iner. Bu sürede gemiler hedefe varmıştır.
Yem Borusu uygulaması, Osmanlı Ordularının yaptığı deniz aşırı seferlerde de uygulana gelmiş, atlara karınlarının doyurulacağı bilgisini veren bir uygulamadır ve atların sakinleşmesi için tarihte kullanılmıştır.
Bu günkü iktidar da, yeri ve zamanı geldiğinde bize “Aynı Gemideyiz” diyor ya..
Ancak iktidarlar bizi gemide, çıkacak savaşta savaşçıların koşturacak atları olarak görüyor olmalı ki, her toplumsal sıkıntıda yem borusu çalıyor ve bizi bir süre farklı konularla oyalayabiliyor.
Hatırlayın iktidarın ilk yıllarını.
Gazete manşetlerini, “Norveç yüz bin Türk işçi alacak, Kanada yüz bin göçmen alacak ve Çin yüz bin turist gönderiyor gibi haberleri..”
Sonra hemen her seçim öncesi, bir yerlerde kömür, uranyum, altın ve benzeri madenler bulundu. Trakya’da her seçim öncesi doğal gaz bulundu. Ama ne ilginçtir ki bulunan bu yer altı zenginliklerinin! hiç biri bu güne kadar gün yüzüne çıkarılmadı.
Topraklarımızdan yabancıların çıkardığı altının ise 98 kilosu yabancıya gidiyor, 2 kilosu bize kalıyor.
Ardından milli araba, milli uçak, milli tank geldi. Ama yangın söndürme uçaklarımızın bile hangarda çürütüldüğünü öğrendik.
Bu asılsız ama güzel haberler sık sık gelse de, seçimlere yakın dönemlerde daha da çoğalır.
Tıpkı ara sıra gelen dilencilerin Cuma, Muharrem ve Ramazanda daha sık gelmesi gibi.
Bazı yem boruları da seçimlerden sonra başka olayların ve başka yem borularının arasında gümbürtüye gider ve hepten unutulur. Mesela 3600 gibi, emeklilere yapılan ama maaşlarına kuruş etki etmeyen zamlar gibi.
Güzel ülkemde, melodisi değişse de hemen her gün artık yem borusu çalınıyor.
Beka meselesine kadar getirdiler.
Suriye ve Filistin ile yatıyor, Afganistan ile kalkıyoruz.
Sel, yangın gibi doğal felaketlerin nedenlerini bile konuşmaya kalkışsanız “Siyaset yapma” denilerek muhalefet susturulmaya, sindirilmeye çalışılıyor.
Oysa, muhalefetin görevi siyaset yapmak, aksaklığı, yanlışı dile getirmektir.
İktidarın bakanı, bakanlığı ile ticaret yapıyor bu yüzden de görevden alınıyor ama, kendisini göreve getiren sonra da alan irade bu bakan hakkında soruşturma emri vereceğine, hizmetlerinden ötürü kendisine teşekkür ediyor.
Sonra da biz çıkıp ‘Babayiğit bir savcı’ arıyoruz ki, o bakan hakkında soruşturma açsın.
İktidarın suçu kovalamakla görevli bakanı, partisinin milletvekilini ayda 10 bin dolar Mafya’dan para almakla suçluyor, “Kim bu adam?” denilince, bırakın soruşturma açmayı, açtırmayı adını bile milletten gizliyor.
Dedim ya Sevgili Dostlar, Hanibal’ın yem borusu taktiği ile 22 yıldır avutuluyoruz.
O borudan ne sesler çıktı, bir hatırlayın.
“Fetullah Hoca, hepimizin hocasıdır..”
“Dolar 3 lirayı geçerse yüzüme tükürün..”
“2023’te Avrupa Birliği’nin en saygın üyesi olacak, G20 Ülkeleri arasında ilk ona adımızı yazdıracağız..”
"2023'te kişi başına düşer milli gelir 45 bin dolar olacak.."
“Yerli uçağımız havada, yerli otolarımız karada, Savas gemilerimiz Dünyanın bütün denizlerinde, dosta güven, düşmanı korku salacaktık..”
“Dünyanın hiçbir noktasında bizden habersiz sinek bile uçmayacaktı..”
“Adalet’i ülkenin her noktasına eşit ve adil şekilde ulaştıracak, kimsesizlerin kimsesi olacaklar”dı.
“IMF’den para dilenen Türkiye, IMF’ye borç verecek düzeye gelmişti.”
“Yabancı Sermaye güzel ülkeme yatırım yapmak için sırada bekleyecekti..”
Her yem borusu çalındıkça yeni bir senaryo, yeni bir yalan ile karşı karşıya kaldık, bırakıldık.
Gelinen noktada, yem borusunun bir oyalama aracı haline geldiğini görenler artık çoğunlukta.
Diğerleri de ‘Acaba’ demeye başladı.
Güzel ülkem ekonomide 50, Demokraside 100, Eğitimde 150, kültür ve sanatta 200 yıl geriye giderken, sefalette ve cehalette ise çağ atladı.
Baksanıza, bu Aziz Milletin açlık meselesini çözmekle veya dile getirmekle yükümlü adamlar, "Bale Sanatı da neymiş. Bizim Milli yapımıza uygun değil. Yasaklansın" ile oyalıyorlar ülkeyi, milleti.
Gelinen noktada, bırakın yem borusu ile oyalanan kahır ekseriyeti, geminin kumandasında oturanlar, boruyu tutan el, boruyu üfleyen nefes bile artık rahatsız.
Toplum, yönetenlerden, iktidardan boru sesi duymak değil, inandırıcı adımlar atmasını, ya da yakamızı bırakmasını istiyor.
"Soğan bile yemem ama Reisi de yedirtmem" diyenler, aç kalınca 'Allah Belamı verseydi de oy vermeseydim' noktasına geldi.
Midelerden gelen gurultudan, çalan yem borusunu duymuyor artık bu millet.
Hatta huzursuzluk çıkaran, gerçekleri dile getirenlerin sırtına inen kırbaç şakırtıları bile etki etmiyor, dipten gelen ve giderek artan uğultuya.