İşgal altında bir ülke, önce halkına inandı, halkını inandırdı, ‘Bağımsızlık benim karakterimdir’ dedi ve halkıyla birlikte her türlü imkansızlığın üstesinden gelerek, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan gibi güçlü ülkelerin ordularına kafa tuttu, ülkeyi düşman çizmesinden arındırdı.

Sonra, cephelerde kazanılan zaferi Lozan ile ebedileştirdi.

Montrö antlaşması ile Çanakkale ve İstanbul boğazlarının girişlerine kilit koydu, Karadeniz 100 yıldır bir Barış Denizi oldu.

‘Yurtta barış, Dünyada barış’ ekseninde bir iç ve dış politika çizgisi oluşturdu ve Türkiye yüz yıla yakın zamandır dost ülkelere güven, düşman gözüyle bakan ülkelere de korku kaynağı oldu.

Ömrü savaş alanlarında geçmesine rağmen, “Ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe savaş cinayettir” dedi.

“Barış, ulusları refah ve saadete erdiren en iyi yoldur” diyerek barışın önemine dikkat çekti.

Son iktidar döneminde, Ortadoğu’da taraf olduk, önce Ortadoğu ülkeleri, sonra da ABD ve Rusya ile çatışma noktasına geldik, zararını ülkece, milletçe çektik, çekiyoruz.

ABD Emperyalizmi ve İngiliz sömürgeciliğinin yıllardır hedeflediği Karadeniz’e inme hevesi için İstanbul Boğazı’na alternatif boğaz açmaya bile kalkışmadık mı?

Kanal İstanbul’a karşı, Montro Boğazlar Sözleşmesi’nin önemine dikkat çeken, her biri 70 yaşın üzerinde Amirallerimiz hala Cezaevinde değil mi?

Ukrayna’da patlayan füzeler, bombalar, Atatürk’ün bize bıraktığı Miras niteliğindeki tavsiyelerini bir kez daha hatırlamamız gerektiği gerçeğini ortaya koyuyor.

Nedir bu tavsiyeler?

1. Başka devletlerin iç işlerine müdahale etmemek ve onları kendi iç işlerimize hiç bir suretle karıştırmamak.

2. İç işlerimize müdahale dıştan yardım istemenin sonucu olduğuna göre böyle bir yardıma muhtaç duruma düşmemek.

3. Dış borçlanmayı mecburiyet haline getiren bütçe açıklarına meydan vermemek.

4. Dış politikada millî menfaatlerimizin emrettiği yolu seçmek, hiçbir suretle macera yolunu tutmamak, mümkün olduğu kadar çıkar gruplarının etkisini yurttan uzak tutmak.

5. Daima barıştan yana taraf olmak. Bütün dünyanın huzur ve sosyal adalet içinde olması görüşünü daima ön planda tutmak.

0nun dış politikası dogmatik değil gerçekçidir. Yani sabit fikirlere göre hareket etmez daima gerçeği arar.

Böyle bir dış politika için Mustafa Kemal Atatürk, memleketin ticari ekonomik ve askeri bakımdan büyük bir güce dayanması gereğini duymuştur.

Daha da önemlisi nedir biliyor musunuz?

Bu gün Arap Dünyası ve Ortadoğu Bataklığına belimize kadar battık, ABD ile karşı karşıya geldik, Rusya ile bir-iyi bir kötüyüz.

Gazi Atatürk, bu günleri görmüş olacak ki, o günün dış işleri yetkililerine 3 tavsiye bırakmıştır.

1- “Müstemlekecilerin arkasında durmayacaksınız.

2- Kuzey komşun Rusya’yı tahrik etmeyeceksiniz.

3- Araplara bulaşmayacaksınız.”

Türkiye, bu güne kadar Irak’ta, Suriye’de, Libya’da ve bir çok Ortadoğu ülkesinde ayrılıkçılarla iş tuttu.

Sonuç ülkemiz tam bir mülteci cenneti.

Ortalama bir Avrupa ülkesinin nüfusundan fazla mülteci barındırıyoruz.

Bir çoğu da maalesef kayıt dışı.

Gelinen noktada, ABD, Avrupa ve Rusya Türkiye’den Ukrayna konusunda bir tavır, bir tutum bekliyor.

Bu tavır, bu tutum alınmadan önce, ülkeyi yönetenlerin bir kez daha Lozan’ı, bir kez daha Montro’yü okumaları ve buna göre tutum almaları gerekir.

Aksi halde, güzel ülkem tarihi bir riskle ile karşı karşıya kalacaktır.

Yani diyeceğim dostlar, Filler kapışır, çimenler ezilir.

Bu gün Ukrayna’da bunun sahnelendiğini görüyoruz.

Mazlum Ukrayna Halkı’na insani anlamda yapılabilecek her türlü yardım yapılmalı, ancak Türkiye taraf olmamalıdır.

Aksi halde güzel ülkem için ağır sonuçları olan bir fatura önümüze gelebilir.