Başbakan Erdoğan dahil kırk yedi ülkenin liderlerinin katıldığı  Washington’daki Nükleer Güvenlik Zirvesi’nin asıl konusu İran’dı. Başkan Obama, sadece dün akşam ikili bir görüşme yaptığı Erdoğan’ı değil, başta Çin Devlet Başkanı Hu Jintao olmak üzere, özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde söz sahibi bütün ülke liderlerini İran’a karşı “akıllı yaptırımlar” konusunda ikna etmeye çalıştı.

“Akıllı yaptırımlar”dan kasıt, topluma değil devlete zarar verecek yaptırımlar... Bunlar, nükleer silah hevesi nedeniyle Tahran rejimini, özellikle Devrim Muhafızları’nı cezalandırmaya yönelik ancak İran halkının günlük hayatında etkisini pek hissetmeyeceği iktisadi ve bürokratik önlemlerden oluşacak.

Halkı ayırıp devleti hedef alan bir yaptırım paketi konusunda, Washington ile Avrupa Birliği’nin artık hemen hemen aynı çizgide olduğu anlaşılıyor; Moskova’nın da bu çizgiye yaklaştığı söylenebilir. Buna karşın, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin veto sahibi daimi üyelerinden Çin, yaptırımlara hâlâ mesafeli.

Hu ile Obama’nın pazartesi Washington’da yaptıkları görüşmede, ciddi bir enerji pazarlığına girişmeleri de bu yüzden. Çin halen petrolünün yaklaşık yüzde 12’sini İran’dan ithal ediyor ve “akıllı yaptırımlar”a yeşil ışık yakması halinde, Tahran’ın kendisine enerji ambargosu uygulamasından çekiniyor. Beyaz Saray kaynaklarına göre, Obama Hu’ya “Merak etmeyin, Çin’in enerji sıkıntısı çekmesine izin vermeyiz” diyerek, olası bir ambargoya karşı alternatif yaratmak için devreye girme sözü verdi. Amerikalılar, Hu’nun “İran konusunda bugüne dek hiç olmadığı kadar işbirliğine yakın” olduğunu söyleseler de, Pekin en azından resmî açıklamalarında, “akıllı yaptırımlar”a ‘evet’ deme noktasına henüz gelmedi.

Yine de Washington’daki zirvenin kulislerinden yansıyan hava, Tahran’ın karşısında, nükleer konuda daha güçlü bir uluslararası  cephenin kurulmaya başladığını gösteriyor. Bu da, tabii, Türkiye için özel bir zorluk oluşturuyor. Nitekim, Başbakan Erdoğan’la mülakat yapan Christian Amanpour, haberini “Türkiye, İran konusunda Amerika’nın talebini yine reddetti” flaşıyla duyuruyordu dün.

Aslında, Erdoğan ile Obama’nın nükleer silahlanmaya bakışı çok da farklı değil. Obama, geçen yıl Prag’da “nükleer silahlardan arındırılmış bir dünya” idealine sahip çıkarak, bugüne dek bunu telaffuz eden ilk Amerikan Başkanı olmuştu. Bu ideal, Obama için hâlihazırda somut bir “hedef”ten ziyade bir “hayal”i temsil ediyor ama zaten her şey hayal etmekle başlar. Nitekim Erdoğan da, bu hayali paylaşır görünüyor; İran’ın nükleer silahlanmasına karşı çıkan Batılı liderlere hemen her seferinde, “İyi de İsrail’in nükleer silahları ne olacak, onları da konuşmamız gerekmez mi” diyen Başbakan, “nükleer silahlardan arındırılmış bir Ortadoğu” fikrine yakın... Ancak Erdoğan eğer bu fikri, bir “hayal” olmaktan çıkarıp bir “hedef” olarak uluslararası tartışma gündemine sokmak istiyorsa, işe Türkiye’deki nükleer silahlardan, yani İncirlik’ten başlamak zorunda.

Washington’daki zirvede bir dizi ülkeden “nükleer silahlardan arınma” yönünde tek taraflı ve cesur adımlar geldi: Mesela, Kanada nükleer silah malzemelerini ABD’ye göndermeyi kabul etti; Ukrayna elindeki doksan kilo zenginleştirilmiş uranyumu güvenlikli biçimde yakıta dönüştürülmek üzere Rusya’ya teslim edeceğini bildirdi; Malezya, nükleer madde trafiğini engelleme yönünde önlemler açıkladı.

Erdoğan’ın Washington’daki “nükleer” mesajları ise, İncirlik’teki silahlara ve Türkiye’nin bunlara ilişkin niyetine değinmezken, “İsrail’e güvensizlik” temasında yoğunlaştı ve İran’a yaptırım fikrine karşı durdu. Erdoğan’ın Amanpour’a söylediği “Diplomatik çözüm için buradayım. Türkiye, İran konusunda güçlü bir arabulucu olabilir” sözlerinde özetlenen yaklaşım, Batılı yetkililerce, “İran’ın nükleer silaha sahip olma kararlılığını yeterince ciddiye almayan, belki iyi niyetli ama naif” bir tutum olarak yorumlanıyor.

Buna karşın, Erdoğan’ın bu tutumunda yalnız olmadığını, dünyanın bazı güçlü liderlerinden önemli bir destek gördüğünü  de belirtmeliyiz. İsrailli sağcıların “Chavezleşmek” ve “Kaddafileşmek” ile itham ettikleri Erdoğan, bu etiketleri kesinlikle hak etmiyor ama Başbakan, uluslararası camiada giderek daha fazla işitilen ve bence çok daha yerinde bir teşbihin de konusu. Erdoğan’ın benzetildiği bu lider ise Lula.

Evet, Portekizce “kalamar” anlamına gelen “Lula” lakabını  resmî adına sonradan entegre eden Brezilya Cumhurbaşkanı  Louis Inacio Lula da Silva’dan söz ediyorum. 1945 doğumlu bu çiftçi  çocuğu, ayakkabı boyacılığından metal işçiliğine, oradan sendika liderliğine ve İşçi Partisi kuruculuğuna uzanan sıradışı macerasını 2003’ten beri dünyanın en büyük demokrasilerinden birinin “birinci adamı” olarak sürdürüyor; üstelik, sadece ülkesinde değil, dünyada da yüksek bir profile, geniş bir popülariteye sahip.

Erdoğan, Washington’daki en ilginç görüşmelerinden birini, pazartesi günü Lula’yla gerçekleştirdi. Sonrasında, Brezilya Dışişleri Bakanı Celso Amorim’in yaptığı açıklama, Türkiye’de pek dikkat çekmediyse de, Amerikalılarca önemle not edildi. Amorim’e göre, Lula ve Erdoğan, “halen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin geçici üyesi olan iki kuvvetli ülkenin lideri sıfatıyla, İran konusunda alternatif bir öneri üzerinde ortak çalışma yürütüyorlar.” Bu ortak çalışmanın amacı, “İran’ı nükleer faaliyetlerini uluslararası denetime açmaya ikna etmek ve bunu Güvenlik Konseyi’nden yaptırım kararı çıkmadan başarmak” diye özetlenebilir.

Obama yönetimi, bu çalışmaya pek olumlu bakmıyor; zira böyle bir alternatif stratejinin başarılı olacağına, Tahran’ın işbirliği yapmaya ikna edilebileceğine güvenmiyor. İran’a karşı yaptırımlar konusunda Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri arasında önemli bir yakınlaşma sağlandığını düşünen Washington’ın umudu, “dost” geçici üyelerin de, yaptırımlara destek vermeseler bile, en azından “çekimser” kalmaları. Ama Erdoğan ve Lula henüz o noktada değiller; bu da Obama’nın canını sıkıyor.