Aksiyon ve adrenalin dolu yaşaması ve yaşanması mucize olan, fakat müthiş derecede eğlenceli bir ülkede yaşamak nasıl sizce? Sabah kalkıyoruz; evde bir kaosla başlar. 'Anne şu nerede?', 'Vay kravatım yok, kim aldı lan benim çorabımı?', 'Ben bunu yemem!', 'Yine geç kaldım, sizin yüzünüzden!' Derken apar topar çıkar, yüzde 150-250 vergili aldığımız araca bineriz.

Biraz yakıt alalım diye girdiğimiz istasyonda 3,5 TL'den 40 TL'ye dayanmış yakıtın gece 50 kuruş düştüğünü görünce, 'Bak düştü güzel, her şey güzel olacak!' aptallığıyla bol aksiyonlu ve küfürlü trafikten sonra neyle karşılaşacağımızı bilmediğimiz, yıllardır çalıştığımız iş yerine gireriz. Bismillah demeden kahve ve çayımızla ilgileniriz. 60 yaşına gelmiş bir insanın kendi öz malını bile doktor raporuyla satabildiği, kefilsiz ve şahitsiz vekalet bile veremediği bu ülkede, 70 yaşındaki bir başkan ve ondan büyük ya da ona yakın muhalefetlerin dün yaptıklarını unutarak, bugün ne yapacaklarını tartışırız.

Öğlen bol kebaplı yemeğimizi yerken, hayvan haklarının dibine kadar savunuruz. (Sanki tek hayvan kedi köpek.) Kedi ve köpeklere verilen kıymeti ineklere, kuzulara verilseydi etin kilosu 400 TL olmazdı, diye kimse düşünmez. Mesela çünkü yedikleri hayvan değil, onlar sadece büyük ve küçük baş o kadar. Konu birden doğal afetlere gelir (Allah hepsine rahmet eylesin, kalanlara sabır versin). Dere yataklarına ruhsat verenleri, deprem yönetmeliklerinin nasıl olur da es geçildiğini, belediyelerin denetlemelerini neden yapmadığını, yapı denetimin maaşlarını müteahhitten alarak denetleme yaptığını, koordinasyonsuzluğu, yetersizliği, birçok meftanın çıkartılamayarak denize dolgu malzemesi olduğunu düşünmeden 'Nasıl aldık o bölgeyi?' diyerekten, davullu zurnalı kutlama yapıldığı büyük bir heyecanla anlatılır. Bir maçı herkesin izleyip tekrar tekrar birbirlerine anlatmaları gibi.

Birden satın alma gücü başlar tartışma konusu olur. Dolar şöyle arttı diyerekten, kimse demez ki dolar aynı yerinde duruyor, bizim paramız değer kaybetti, neden oldu müsebbibi kim diye sormaz. Varsa yoksa 'Dıjjjjj güçler!' der ve konuyu kapatırız. İşe gider çalışmaları yaparken, üzerinden 10-20 yıl geçmesine rağmen, yaptıkları 12 aylık askerlik anılarının 250. tekrarı yaparken, kimse düşünmez 'Paramız olsaydı bedelli yapardık' diye. Soğuktan donmaz, birçok hastalık kapmaz, yaralanmaz, hatta hatta şehit olmazdık diye büyük bir onur ve gururla yaptıklarımızı, hatta yapmadıklarımızı büyük bir heyecanla tekrar anlattıktan sonra iş biter.

Giderken 40 torpille okula aldırdığımız çocuğumuzun okuluna gideriz. Devletin vermiş olduğu kitapların yetersizliğinden dolayı, öğretmenlerin aldırmış olduğu birçok kaynak kitaplarıyla, çocuktan daha ağır olan çantasını sırtlar. Büyük bir gururla; ortalaması 10 üzerinden 3,5 olan çocuğumuzun, 'Başkan olacaksın, okuyacaksın, general olacaksın' gazıyla arabaya bineriz. Bol küfürlü ve aksiyonel trafikten sonra, bir kornayla tanıdıklara selam, bir kornayla uyarı, bir kornayla yedi sülalesine sövmek vasıtasıyla alışverişe gideriz. Günlük kazancımızın 3 katı kadar alışveriş yapar, geriye kalan 2'yi kredi kartının asgari ödemeleri ve taksitleriyle tolere etmeye çalışarak eve gideriz.

Kalbimizden, 'Umarım hanımın günü iyi geçmiştir' korkusuyla geldiğimiz evden, umduğumuz şey; güler yüzle, 'Hayatım hoş geldin!' diyerek yanağa küçük bir öpücük almak, hatta hatta ceketimizi, montumuzu sırtımızdan alınarak hazırlanmış olan dumanı üzerinde güzel bir çorba hayaliyle, 'Bismillah' diyerek açılan kapıdan direkt bir ses gelir: 'Anahtarın yok mu yahu, işim gücüm var, ocakta yemek yap!' diyerek önce bir haşlama yapılır. Çünkü kadının işi vardır (kendilerince hiç bitmez). Sabah geç saate kadar yatılmaz, saatlerce telefonla konuşulmaz, konu komşu dolaşılmaz, akşama kadar böyle ya da böyle kocası yerilmez. Eğer çalışıyorsa,Kadar öyle ya da böyle, kocası yerilmez. Eğer çalışıyorsa, eşiniz dah da durumunuz vahim. Bir de sürekli 'Ben çalışıyorum, ben çalışıyorum, ben çalışıyorum' mu çekeceksiniz? Ayrıca, kendisinde oluşan büyük ego ve özgüvenle baş etmek zorunda kalacaksınız. Günlük olanları büyük bir abartı ve kendilerince haklılık çerçevesinde dinliyormuş gibi yapacaksınız. İçinizden dua edeceksiniz (İnşallah konu dönüp dolaşıp bana ya da aileme gelmez diye), ama çok beklersiniz. O konudan bu konuya nasıl geçtiğini anlaya fırsatınız olmadan, sizi ve sizin erkekliğinizi sürekli sorgular şekilde yatana kadar ince ince gazlanıp ince ince suçlanacaksınız. Sakin kalırsanız, gece yatma vakti gelecek. Çocuklar yeterince azarlanmış, evdeki kaos azalmış, ve uyku vakti. Tekrar dua, 'İnşallah hanımın başı ağrımıyordur' diye. Hiçbir güzellik ve güzel anınız olmadan geçen bir gün daha olarak tarihin karanlık sayfalarında karışacak. Şimdiden daha gün geçmeden unutulup gidecek bir gün daha. Yarın için dualar edilecek. Bütün suçu kader ve kısmete yükleyerek uyuyacaksınız. Bu yaşınıza kadar uyuduğunuz gibi uyutulduğunuz gibi. Standart 'İyi geceler, iyi uykular.' Hiçbiri sizin suçunuz değil. Hepsi kader, kader, kader, kader... Sadece bir gününüz.