Hepimiz aynı gemideyiz.

Adı; Türkiye Cumhuriyeti..

Yaklaşık 100 yıldır, bizi temsille görevlendirdiğimiz bir heyet belirlerdi geminin rotasını.

Genelde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği güzergahta ilerledi gemimiz.

Çağdaş Demokrasi idi nihai hedef.

Muassır Medeniyet seviyesiydi her alandaki erişim noktası.

Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmeyi amaçlardı bu rota..

Okullarında bilim, fabrikalarında fen ve teknoloji, tarım alanlarında bereket yetişirdi, az da olsa.

Biri dışarıdan müdahale etmeye kalktığı zaman kenetlenirdi bu millet.

Baskıya, zulme, sömürüye karşı dimdik ayakta durur, girişimleri geri püskürtürdü.

Johnson Mektubunda, Kıbrıs Barış Harekatı’nda olduğu gibi.

Hiç bir ferdi hain değildi güzel ülkemin.

Farklı dünya görüşleri tartışılırdı, ama ortak payda Türkiye Cumhuriyeti idi.

Arap Hayranlığı yoktu millette.

Hiçbir siyasi felsefe, hiçbir dünya görüşü ayaklar altına alınmazdı yönetenler tarafından.

Fetö şefi, PKK Hayranı gibi hainler barınamaz, taraftar bulamazdı bu ülkede.

“Benim sözlerim bir gün bilimle çelişirse, beni değil bilimi takip edin” diyebilecek kadar geleceği gören bir liderin izinde, Atatürk’ün çizdiği rotada gidiyorduk.

Evet fakirdik belki.

Ama tarlamızda, bahçemizde yetişen mahsul karnımızı doyuracak kadardı.

Bir çok ülkenin gıpta ettiği, “Gıda üretiminde kendi kendine yeten 6 dünya ülkesinden biriydik” vesselam.

Fuarlarımızda, panayırlarımızda, semt pazarlarımızda her şey satılır, din satılmazdı.

Nerede ne kadar şarlatan varsa, din maskesi takıp milyarder olamazdı.

Her Cuma günü mesai bitiminde ve her Pazar günü tatil sonunda kent meydanlarında, ‘Korkma Sönmez bu şafaklarda yüzen Al Sancak’ diye haykırırdı her kesimden insan.

Rehberimiz İslam, ışığımız Kur-an’dı.

Sahte şeyhler, sahte dervişler, sahte sözde imamlar kafa karıştıramaz, gerçek İslamın aydınlığında kaybolup giderlerdi.

Ne zaman ki, siyasiler dini ticari metaya dönüştürdü, bozulduk her şeyimizle.

Kontrolden çıktık vesselam.

Güzel ülkem Kurtuluş Savaşı yıllarında bile yaşamadı bu günkü kaosu, kargaşayı.

Emperyalist Dünyanın sivrisinekler gibi üşüştüğü bir bataklık sanki cennet vatanım.

Sahte Şeyhler, Sahte Alimler, Sahte Din Adamları halka mütevazi bir yaşam tavsiye ederken, milyonluk Mercedeslere kuruldular.

Hristiyan Dünyasının kara sayfalarından birini oluşturan Engizisyon döneminin, farklı bir sürecine sürükledi, sözde İslam adına Din Tüccarları bu milleti.

Önce eğitimimizle oynadılar, Cahiller Ordusu yetiştirmeye başladı okullarımız.

Sonra, kamuyu yetersizler topluluğu ile yapılandırdılar.

9 Kişilik ABD heyetinde tek bir İngilizce bilenin olmaması, nasıl bir zümrenin ülke yönetimine hakim olduğunu göstermesi açısından yeterli bir örnek sanırım.

Yönetenler, bilerek ve bölerek bizi paramparça ettiler.

Şimdi aynı gemideki seçkinler, ambar işçileri, kürek mahkumları ve ambar fareleri gibiyiz.

Geminin bazı seçkinleri, sırtlandıkları milyon dolarlarla zaten bir önceki limanda terk ettiler ülkeyi.

Hala gemiden inmeyip biraz daha köşe dönmek isteyenler ise, üzerine oturdukları dolarcıkların kendilerini kurtaracağını sanıyorlar.

Biz kürek mahkumları ve ambar işçilerinin ise gidecek bir yeri bile yok.

Gemi batarsa, yok olacağız.

Ama hala, ayaklarımızdaki prangalara rağmen, suçu gemi kaptanında değil, aynı okyanusun farklı noktasında seyreden gemilerin kaptanlarında arıyoruz.

Bilmiyoruz ki, tayfaların, kürek mahkumlarının, ambar işçilerinin arasına yönetenler tarafından ekilen kin ve nifak tohumları filizlendi ve hep birlikte felakete gidiyoruz.

Bilmiyoruz ki bu gemi bu kaptanla, sağ salim bir limana ulaşamayacak.

O yüzden kaygılıyım.

İnşallah yanılırım, ama gemi artık sadece su almıyor, bir yandan da yanmaya başladı.

Birileri ise, elde ayna-tarak saç taramaya devam ediyor.

Hiçbir dönem olmadığı kadar kaygılıyım, korkuyorum güzel ülkemin geleceğinden.

Korkuyorum, yetersizler topluluğunun ülkemi sürükledikleri felaketten.