Zordur insan olmak..

Yemek, içmek, yaşamak, üremek ve günü geldiğinde yok olmak değildir, olmamalı insan olmak.

Sonrasında gelecek nesillere bir şeyler bırakabilmek, akla, bilime, insanlığa, aydınlık yarınlara hizmet edebilmektir insan olmak.

Tanrı, diğer canlılardan farklı olarak yarattığı insana ödev ve sorumluluklar yüklemiştir.

Mesela tüm canlılara, kendi acılarını hissetme sorumluluğu yüklemişken, insan olana başkalarının acısını hissetmesi için, başkasına yapılan haksızlığa karşı çıkması için empati yeteneği vermiştir.

Sadece o kadar mı.

Dünya nimetlerinden yararlanması, başkalarının da yararlanmasına zemin hazırlaması için akıl vermiştir, duygu vermiştir, zeka vermiştir.

Acıma duygusu ile, yani vicdanla donatmıştır.

Araştırma, geliştirme, deney yapma yeteneği ile donatmıştır insanı.

Ama bir de bütün bu değerleri hiçe sayması için insan, Nefs olarak adlandırılan bir kötülük geni eklemiştir.

Bu nefs, insanı bazen cehaletin kucağına oturtur. Bazen sadizmle özdeşleştirir. Bazen de kendi çıkarı için başkalarının canını almasına, kanının akıtılmasına bile zemin hazırlar.

Nefs insanı kontrol etmeye başladığı zaman, nefsin esiri olmuş o canlı önce insanlıktan çıkar.

Cahilleşir.

Sadistleşir.

Yobazlaşır.

Canileşir.

Kendi çıkarı ya da körü körüne bağlandığı amacın çıkarları için her türlü kötülüğü yapmakta beis görmez.

Nefs, aydınlık beyin taşıyan insan üzerinde de etkili olmaz.

O nedenle, ele geçirmek için kayıtsız şartsız cahil olması şarttır esir adayı seçilen insanın.

Üzülerek görüyorum, yüreğim yanarak izliyorum, görünmez bir güç ülkemi, ülkem insanını cehalete esir edecek uygulamaları pervasızca hayatımıza yerleştiriyor.

İktidarlar eliyle oluşturulan bir ruhban sınıfı, bilimi, kültürü, sanatı ülkem topraklarından kazımak, insanlara cehaleti büyük bir değer gibi pazarlamak için ellerinden geleni yapıyor.

Kendi TV Kanalları, Radyo İstasyonları, okulları, milletvekilleri, bakanları, şirketleri, holdingleri var artık, bu karanlık yapıların.

Okuduğunu anlamayan, anlamak için zahmet etmeyen, dinlediğinin doğruluğunu araştırmadan kayıtsız şartsız inanan halk yığınlarının, oranı, okumuş aydın insanların oranının çok çok üzerine çıktı.

Fakir, çaresiz, işsiz toplulukların, beyinlerini uyuşturan Tarikat ve Cemaat adı altındaki yapılara kayıtsız şartsız bağlandığı, hizmetine girdiklerini üzülerek görüyor ve izliyoruz.

Zira bu tarikat ve cemaat adı altındaki yapılanmalar, idrak yoksunu insan topluluklarına Kur-an’ı Kerimde olmayan bir din imal ediyor ve adeta hayatlarını esir alıyorlar.

Bu yapıların imal ettikleri uydurulmuş dinin hiçbir yerinde ahlak kavramı bulunmaz.

O kadar ki, bu yapıların hizmetine giren insanlar, adeta bu bağlılığın öteki dünyada cenneti güvence altına aldığına inanır, inandırılır.

Bu tarikat ve cemaat yapılanmalarının tepesindekiler, dünyanın bütün nimetlerinden yararlanırken, cebindeki ekmek parasını vererek bu yapıların yaşadığı lükse, görkeme, şaşaaya katkı koyanlar, kendilerine sunulan sefaleti bir yücelik olarak görürler.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk o nedenle kurduğu Cumhuriyette, Osmanlıyı zehirli sarmaşık gibi kuşatan bu yapıları kapatmakla başlamıştır işe.

Kapatırken de, bu yapıların aslında Yüce Dinimiz İslam ile hiçbir ilgisi bulunmadığını şu şekilde izah etmiştir:

“Efendiler, biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil; bilakis bu tip yapılar, din ve devlet düşmanı olduğu, Selçuklu ve Osmanlı’yı bu yüzden batırdığı için yasakladık. Çok değil, yüz yıla kalmadan eğer bu sözlerime dikkat etmezseniz göreceksiniz ki; bazı kişiler, bazı cemaatlerle bir araya gelerek bizlerin din düşmanı olduğunu öne sürecek, sizlerin oyunu alarak başa geçecek ama sıra devleti bölüşmeye geldiğinde birbirine düşeceklerdir."

Görüyorsunuz aralarındaki savaşı, ölen şeyhin bıraktığı milyarlarca liralık mirası paylaşamayan çocuklarının nasıl birbirini yok etmeye çalıştığını.

15 Temmuz öncesi süreç ve 15 Temmuz’u, ardından günümüzde ülkeyi zehirli sarmaşık gibi saran yapıları incelediğimizde Atatürk’ün yaklaşık 100 yıl önce söylediklerinin ne kadar gerçekçi öngörüler olduğunu görmek mümkün.

Bu gün durum nedir?

Bu karanlık yapılar, 15 Temmuz’dan ders almayan bir yönetim anlayışının kendilerine sunduğu nimetleri paylaşmakla meşguller.

Tarikat, Cemaat, Vakıf gibi maskeler takan bu zehirli sarmaşığın kolları, ülkemin kurumlarını, kaynaklarını, imkanlarını sömürerek semirmeye devam ediyorlar.

Cumhuriyet Rejiminin kumandasını elinde tutanlar ise, yarın yeniden yaşanacak paylaşım kavgasını bile bile, göre göre bu yapıların semirmesine ve sömürmesine, oy uğruna göz yummayı sürdürüyor.

“Ben cahilin ferasetine güveniyorum..” diyen zihniyet yüksek öğrenimi eline almış.

"Devlete hainlik edenlerin çoğuna bakın üniversite mezunu. Yurtdışında Türkiye'nin aleyhine çalışan, bu devletin, bu milletin aleyhine çalışan insanlara bakın çoğu üniversite mezunu. Ne hikmettir bu okullardan bazen de böyle yamyamlar çıkıyor. Allah'a hamdolsun imam hatip gençliği gayet güzel okuyor, önüne bakıyor, milletini seviyor, hizmet etmek istiyor, devletiyle de asla bir problemi yok." diyen kişi bunları derken bakandı, sonra genel başkan yardımcısı oldu, sonra belediye başkan adayı yapıldı yeniden, seçilemeyince yeniden bakan yapıldı.

Dünyalığını tamamladıktan sonra Ahiretini imar etmek için adına vakıf kurdu, Seyyid Burhaneddin'in adını yaşatan caddeyi bir başka cadde ile birleştirerek Cumhuriyet Meydanından Erciyes'in Tekir Yaylasına kadar olan Caddeye adını verdirdi. "Bundan böyle hayır hasenatla uğraşacağım" diyerek köşesine çekilir gibi yaparak gelecek yeni görev emirlerini beklemeye başladı.

Türkiye’nin bu tehlikeli süreçten sıyrılması için din maskeli çıkar şebekelerinin devletten ellerini çekmelerinin sağlanması, eğitimin, bilimin ve aklın öncülüğünde yeniden yapılanması gerekir.

Onun için de, “Benim sözlerim bir gün bilimle çelişir, bilime ters düşerse, bilimin yolunu seçin” diyecek, diyebilecek aydınlık yönetenlere ihtiyacımız vardır.

Aklın, bilimin, demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin yeniden inşa edileceği, huzur ve barış dolu bir Türkiye özlemi ile.