İşini seven, yaptığı işten keyif alan insanları gözlemlemeyi çok seviyorum.

Garson, boyacı, memur, pazarlamacı, işletmeci, doktor, ev hanımı ya da çöpçü...

Mesleği ne olursa olsun, işinin hakkını veren, onu severek ve keyifle yapan o denli az insan var ki günümüzde.

Nerede ve hangi konumda bulunursa bulunsun, bu insanlar hemen gözünüze çarpabilir.

Diyelim ki bir lokantaya giriyorsunuz. Daha içeri adımınızı attığınız anda sizi karşılayan, yemeklerini büyük bir beğeniyle tanıtan, damak zevkinize göre öneriler sunan bir garson, hemen ilginizi çekmesi bir yana, o günü olumlu geçirmenize yardımcı olacaktır.

Ya da... Başında onu izleyen, denetleyen biri olmamasına karşın, sokakları ıslık çalarak, şarkı söyleyerek, her yanı özenle süpüren çöpçünün davranışı, sizin yaşama bakışınıza da farklı bir anlam katmaz mı?

Çöpçü deyince, Martin Luther King’in şu sözlerini anımsadım:

“Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse, Michelangelo’nun resim yaptığı, Beethoven’in beste yaptığı veya Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki gökteki ve yerdeki herkes durup ’Burada işini çok iyi yapan, dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş’ desin.”

Gazetecilik Mesleği de öyledir.

Eğer zorlamayla bu işe girdi iseniz, ya da şartlar sizi hayatın bu yakasına yerleştirdi ise, kanıksamış, bıkkın, yazdığı anlaşılmayan, konuşması yetersiz ve tutarsızlıklarla dolu, mesaisini doldurmak için gözü saatte olan bir kişilik olur çıkarsınız.

Ama Üstad Nahit Şinasi Berker’in dediği gibi ‘Gazeteci doğdu iseniz’ her yeni gün size güzellikleri ile gelir, günün her saatini okuyarak, araştırarak, öğrenerek, çalışmalarınızın ürünlerini toplumla paylaşarak geçirmenin huzuru hep yanıbaşınızda olur.

Çocuk denecek yaşta başladığım bu mesleği ilk günkü kadar çok seviyor, yazmanın ve okumanın huzurunu hayatın başka hiçbir noktasında bulmadığımı bir kez daha itiraf ediyorum.

24 Temmuz Basın Özgürlüğü için mücadele günü idi.

Eskiden Basın Bayramı olarak da kutlanmıştı.

Gün boyu, gazetecilik mesleğinin uğradığı dezenformasyona kafa yordum.

Ne hallere düştüğümüzü, düşürüldüğümüzü düşündüm gün boyu.

Halen mesleğin içinde aktif olarak çalışan ve mesleğin onurunu, evrensel ilkelerini korumak için kalem sallayanların ne kadar yalnızlaştırıldığını hatırladım, üzüldüm, kahroldum.

Demokratik Sistemlerde Yasama, Yürütme, Yargı erklerinden sonra 4. Kuvvet kabul edilen Basın Mesleğinin nasıl itibarsızlaştırıldığını, soytarıların köşe sahibi, gerçek gazetecilerin işsizlikle, gözaltı ile, tutuklanma tehdidi ile nasıl karşı karşıya bırakıldığını üzülerek hatırladım.

‘Bu gün hava bulutlu, yağmur yağacak’ diye yazdığınızda bile, ‘Bana kurbağa dedi’ diyerek mahkemelere koşan, siyasetin ve bürokrasinin koltuklarını işgal etmiş kifayetsiz muhterisleri düşündüm.

Eleştiriyi hakaret, yalakalığı gerçek gazetecilik olarak algılayanların piyasaya hakimiyeti, üzülerek geldi aklıma.

Elbette, meslek muhasebesi, elbette hayat muhasebesini da yaptım bu sözde adı bayram olan gün vesilesi ile.

Elbette her fani gibi eksilerim de oldu.

Ama Allah'a Şükür, Gazetecilik Mesleğinin Evrensel ilkelerini hep korudum, hep kolladım 47 yıllık meslek hayatımda.

Mazlumun, ezilenin, garibin, toplumsal çıkarların, ülke yararının yanında, ikiyüzlünün, çıkarcının, zübüklerin karşısında saf tuttum, kalemim yettiğince ikinci bölümdekilerle mücadele ettim.

Yüzlerce, belki de binlerce TV programı, binlerce köşe yazısı ve 3 kitap var, mesleki karıyerimde.

Sakın ha aklınıza, yazıldıktan sonra, belediyelere biner biner bırakılıp ‘gelsin paralar’ için yazılan kitaplar gelmesin.

O kitaplarda, kahramana kahraman, soytarıya soytarı demekten bir an bile tereddüt etmedim.

Ondandır, bazı sözde muktedirlerin yazılarım ve kitaplarımdan uzak durması.

Ama ben doğruya doğru demeye, yanlışı eleştirmeye bundan sonra da devam edeceğim.

Beni asıl kahreden ise, bu anlamlı günde gazetecilerin karşısında geçip, yandaşz kalemlere, "Aranızda hala iktidar yanlısı olmayanlar var" diye gözdağı veren, başlatılan İstanbul Merkezli altı boş söylentilere dayalı gözaltı ve tutuklamalara, halkı inandıramadıkları için medyayı suçlayan siyasilerin var oluşuydu.

Olsun be dostlar.

Bu topraklar ne sansürcüler gördü, ne kalemler susturuldu.

Ama, kaybeden sansürcü kafa oldu hep.

Biz Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, “Basın hürriyetinden doğan mahzurların yegâne izale vasıtası yine basın hürriyetidir.” anlayışıyla kalemimizi kullanmaya devam edecek, suskunların, susturulanların sesi olmayı sürdüreceğiz.

Zira, palto tutanlardan değil, kafa tutanlardan olmak bizim özümüzde vardır.