Bir yılı daha geride bırakıyoruz.

Yılın son pazartesi yazısıdır okuduğunuz.

Sanki yeni bir yılın gelişini kutlamak değil de, cenaze törenine katılacakmış gibi bir ruh hali içindeyiz.

Zira biliyoruz, 2020’yi 2021, 2022'de, 2021’i, 2023, 2022'yi, 2024, 2023'ü, 2025 ise 2024’ü nasıl arattı ise 2026'da 2025'i aratacak.

Zerre kadar umut kırıntısı yok yüreklerimizde.

Umutsuzluk ve karamsarlık aşamalarını geçtik, kaygılıyız geleceğimiz için, çocuklarımız için.

Bize ölümü gösterip hastalığa razı etmeye çalışan bir yönetim anlayışı var tepemizde.

Ekonomimizin durumunu, ekonomist olmayan bir bakandan öğrendik uzun zaman. O da “Gözlerimin içine bakın, ekonomi gözlerdeki ışıltıdır” diyerek adeta bizimle alay etti durdu.

Öyle diye diye yandaş sermayeyi, kur garantili mevduat hesapları ile güvence altına aldı.

On binlerce küçük birikim sahibini, bir gecede fakirleştirerek sefaletin kucağına yollandı.

Oysa bilmediği bir şey vardı, bu ülkede yaşayanların yüzde 90’ının gözlerinin feri kalmadı, bırak ışıltıyı.

O adamın gözlerindeki ışıltıya güvenip evini, arabasını satıp, kefen parasını yastık altından çıkarıp dövize yatıranların tamamı kendini kumar masasından kalkmış gibi hissediyor şimdi.

Daha önce de yazdım, yeniden hatırlatayım.

Faiz neden, enflasyon sonuçtun diyerek ülkemin Merkez Bankası’ndaki yılların birikimlerini , “Şak diye sürerim bir 10 milyar dolar daha” diyen, sözde ekonomistin sözlerine inanıp yok ettiniz.

Cumhuriyetin birikimi tesisleri, fabrikaları, limanları, bankaları sattınız, şimdi bütçenin tek gelir kalemi dolaylı vergiler oldu.

Bırakın toplumun ekseriyetini, sizin zengin ettikleriniz bile artık size güvenmiyor.

Semirttikleriniz bile, bu ülkeden çaldıklarını yurtdışına kaçırıyor, kaçıramayanlar ise dövizde, altında tutuyor.

Ayakkabıdan çok kutusu ilgi görüyor artık.

Yarın şifreli ve kilitlisini üretirse ayakkabı firmaları şaşırmayın, zira talebi olanın arzı mutlaka çıkar.

O nedenle diyorum ki, Cumhuriyetin 101. yılında bari, devraldığınız güzel ülkemi, devraldığınız günkü haliyle de olsa bu millete geri verin.

Siz devraldığınızda, bu ülke insanının hiçbir şeyi yoktuysa da umudu vardı, umudu.

Hayalleri vardı, kendi geleceği ve çocukları için, hayalleri.

Diyeceğim, size teslim ettiğimiz hiçbir değerimiz teslim ettiğimiz gibi değil artık.

Köylerimizi boşalttınız, okulları kapattınız, öğretmenin aydınlığını yok ettiniz.

Yerinde yönetim dediniz, beldeleri mahalle yapıp merkeze bağladınız.

Köylerimizi mahalle yaptınız, bizimle aynı tarifeden su parası topluyorsunuz.

Zirai Donatım Kurumlarını kapatıp, gübre fabrikalarını sattınız, çiftçinin en önemli girdisinin fiyatı yüzde 800 arttı.

Sonra da yüzünüz kızarmadan, "Gübrede yüzde 13 indirim yaptık" diyebiliyor, hala milletten alkış bekliyorsunuz.

Çiftçiyi ekim yapamaz hale getirdiniz, ama Sudan’da, Nijer’de arazi kiralayıp tarım yapmaya kalkıştınız.

Beceremeyince de iptal ettiniz anlaşmaları.

Bu Mazlum Milleti, kurban kesemeyecek hale getirdiniz, hayvancılık politikalarınızla.

Avrupa'nın 3 katı Türkiye'deki kasaplarda 1 kilo etin fiyatı.

Yani artık bayramdan bayrama da et yiyemeyecek bu garip millet.

Seka'yı yok ederek, bırakın yurttaşın kitap alıp okumasını, kıçını silecek tuvalet kağıdını alamaz hale getirdiniz.

Yanınızda, yörenizde ne kadar ‘Yetersiz’ var ise, altlarına koltuk, hizmetlerine makam tahsis ettiniz.

Onlar da semirdi, alkol haram ya uyuşturucuyu keşfetti ve el koyduğunuz yayın kurumlarının başına getirdikleriniz uyuşturucu eşliğinde grup seks partileri düzenleyen birer pezevenk olup çıktılar.

Olması gerekeni yapmaya kalkışan yöneticileri, ‘Laf dinlemiyor’ diyerek görevden aldınız.

Hastanelerde, temizlik elemanı olarak çalışanlar ile doktorların maaşını eşitlediniz, “Hakkınız ödenmez” diyerek.

Doktorlara zam yaptığınızı söylediniz, sonra da bu zammı geri çektiniz, onları paragözlükle suçladınız. Onlarda insanca yaşayacakları ülkelere gitti, gitmeye devam ediyor.

Yerlerine ise, Suriye'den, Pakistan'dan, Afganistan'dan gelen ve "Ben tıp fakültesi okudum" diyenleri, diplomalarının sahte olup olmadığını bile sorgulamadan hastanelere yerleştirdiniz.

Kurduğunuz Üniversitelerin başına atadığınız rektörler, hanımını dekan, bacanağını daire başkanı, yeğenini idari işler müdürü, tüm çevresini de akademik kadroya dahil etti, sessiz kaldınız.

Çocuklarınıza askerlik yaptırmamak için çürüğe çıkardınız, sonra da çakma üniversitelerden aldıkları diplomalarla tepemize diktiniz, ‘olur’ dedik.

Yeğenlerinizi bal-kaymak görevlere getirdiniz, neyse dedik.

Baldızlara, damatlara ve Bacanaklara makam tahsis ettiniz, ‘Acaba’ dedik.

Sonra da bunlara ballı villa arsaları, yönetim kurulu üyelikleri dağıttınız, buna bile sessiz kaldık.

Adalete olan güvenimizi yok ettiniz. Anayasaya, Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına kafa tutan hakimler icat ettiniz, sonra da yıldırım hızıyla onları yargının tepelerine oturttunuz.

Diyanetin kadrolu görevlileri yerine tarikat ve cemaatlerin sahte din pazarlayan adamlarını okullarımıza soktunuz, çocuklarımızı zehirlemelerini seyrediyoruz çaresizlik içinde.

Ama artık yeter.

Kabul edin, yapamıyorsunuz.

Kabul edin, ülkeyi bilinmeze sürüklediniz.

Şimdi elinizde kalan yargı silahı ile bizi açlıkla sınıyor, hırsızı, uğursuzu sokağa salıp onların yerine düşünen aydın ve aydınlık insanları dolduruyorsunuz mimarlık dehası cezaevlerinize.

‘Aldığınız gibi geri verin güzel ülkemi’ diyeceğim ama;

Aldığınız noktanın fersah fersah gerisindeyiz.

O nedenle;

2026’dan da bir şey beklemiyoruz.

Sabırla, merakla ve inatla yaptıklarınızın hesabını vereceğiniz günü beklemeye devam ediyoruz, devam edeceğiz.