Global Dünyanın en stratejik noktasında yaşıyoruz.
Avrupa ve Asya’nın sınır noktasında yani.
O nedenle, Huzur Coğrafyası olarak görüldük 90-100 yıl.
Şimdi, kavganın, kargaşanın, tutarsızlığın, ekonomik çaresizliğin pençesinde kıvranan zavallı bir millet haline geldik, getirildik.
Daha düne kadar bize gıptayla bakan milletlerin acıyan bakışları var artık üzerimizde.
Atatürk’ün kurduğu, genç, pırıl pırıl parlayan, Dünya Milletlerinin gıpta ettiği, kadının insandan sayıldığı güzelim ülkenin haline bir bakıverin.
Almanca, Arapça, Bulgarca, Farsça, Fransızca, İngilizce ve Rusça bilen bir liderin kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin TRT’sinde programa çıkan bu günkü liderler, gazetecilerin sorularını bile karşısına kurulan Prompterdan cevaplandırıyor. Yetmiyor, gazeteciler sordukları sorunun cevabını fısıldıyorlar kulaklarına.
Bu manzara bu ülkeye yakışmıyor beyler.
Tevazuyu kaybettik.
Devlet adamlarının kullanması gereken dil, yerini argoya, kavgaya bıraktı.
Daha da önemlisi, bizi yönetenler, çağdaş ülkelerin çağdaş yöneticilerinin aksine, yönettikleri toplumla olduğu gibi, tüm dünyayla aralarında kalın duvarlar ördü.
Suriye’de Öso, Irak’ta Barzani, Afganistan’da Taliban ve diğer bir çok ülkede terör ile anılan grupları muhatap alıyor, devletleri yönetenleri düşman belliyoruz.
Dünyanın en saygın dergisinin bile ‘Yılın İnsanı’ seçtiği Alman Liderini Türkiye’de altın Varaklı koltuğa oturtarak aşağıladığımızı sanıyor ve umuyoruz.
Oysa bilmiyor ki bizi yönetenler, o lider ülkesini dünyanın en büyük ekonomik yapısı haline getirirken, oturduğu Apartman Dairesi’ni terk edip saraylardan bakmadı milletine.
Milleti gibi yaşadı.
“Yani dostlar, Of Kaymakamının Makam Odası Japon İmparatorunun odasına beş basar, İstanbul Valisinin Makam Odasının yanında Trump'un makamı gecekondu odası gibi kalır.” diye övünmeyi bırakmalı, o makamlara oturtulanların liyakatine odaklanmalıyız.
Bırakın kaymakamı, valiyi bir çok okulumuzun tepesine oturttuğumuz badem bıyıklı yöneticilerin odalarında yok yokken, bu okulların tuvaletlerini ise bok götürüyor.
O nedenle diyorum ki.
Artık bundan sonraki seçimlerde ben ve benim gibi düşünenler, oy kullanırken kemikleşmiş siyasal çizgilerin ötesine geçerek yönetici adaylarında bazı özellikler aramalı.
Örneğin.
Seçtiğimiz yöneten, kendisini yönetici yapanlar gibi yaşamalı.
Yani dağdaki çobanı gördüğünde karşısında yere bağdaş kurup oturmalı, o çobanın derdini dinlerken gözünün içine bakmalı, Atatürk gibi.
Tarlaya galoşla gitmemeli mesela.
Başbakan veya Cumhurbaşkanı olduğuna aldırış etmeden, günün bir iki saatinde gidip bir lisede gençlere teknolojiyi, kuantumu anlatmalı, hemi de akıcı İngilizcesi ile.
ABD, İngiltere Liderlerinin önünde İngilizce savunmalı ülkenin çıkarlarını.
Konuştuğu her şey, altına imza attığı her belge ülkenin Dışişleri Arşivinde yer bulmalı, kapı arkası pazarlıklar içinde olmamalı.
Ülkemizi ziyarete gelen Kanada Başbakanı ile benim Başbakanım çıkıp Ankara’nın Kuğulu Parkında dolaşırken aynı dili konuşarak çözümler aramalı ülkelerarası sorunlara.
Ülkesinin çıkarlarını, milletinin refahını her şeyin üzerinde tutmalı ya da..
Avrupalı huzur içinde yaşasın diye ülkesini yol geçen hanı, mülteci merkezi yapmamalı, örneğin.
Camiye giderken, bir koruma ordusu ile değil, iki kişilik yakın koruması ile binip aracına, Aşağı Ayrancıya gidip kılmalı namazını, hiç kimsenin haberi olmadan.
Sessizce uğramalı bir börekçiye oturup ısmarlamalı salondakilere birer porsiyon.
Çıkarken müşterilerin anılarına unutulmaz bir an bırakabilmeli ya da.
Atlayıp bisikletine, hiçe sayıp protokol kurallarını, gidip merak ettiği bir filmi izlemeli veya Ulus’un en eski sinemasında.
Benim gibi yaşamalı, bizim gibi olmalı ya da.
Dün dediğinin tersini bu gün dile getirmemeli ya da.
Hepsinden önemlisi, “Faiz enflasyonun piçidir” gibi, ekonomik terminolojide yeri olmayan kuru inat ile ülkenin ve milletin fakirleşmesini sağlamamalı.
Önüne bir yolsuzluk iddiası geldiğinde, dosyadaki isimlerin kim olduğuna bakmadan derhal gereğini yapmalı, yapabilmeli.
Bakanlarından başlayarak, devletin liyakatle güçlü olacağı gerçeğini hep göz önünde tutmalı, Kartal İmam Hatip Lisesi gibi bazı okulların, “İstihdam güvenceli okullar” haline gelmesine izin vermemeli mesela..
Hayatının her noktasında, bu millete hesap vermekle yükümlü olduğu gerçeğini hep göz önünde bulundurmalı.
Onu iktidara getirenlerin oturduğu mütevazı Apartman Dairesinde oturup çalışmalı, saraylardan höykürmemeli miletine, Merkel gibi
Demokrat olmalı.
Adaletin Devletin Temeli olduğu gerçeğini hep aklında tutmalı, yani.
Yaşama ve yaşamlara saygı olmazsa olmazlarının başında yer almalı ya da.
Kısacası, Atatürk gibi olmalı mesela..
Yukarıda bir bölümünü saymaya çalıştığım vasıflara haiz yönetenlere yetki vermediğimiz sürece, bir avuç dinbazın ve bir avuç cahilin ferasetine sığınmaya devam edeceğiz.
Zira toplumları, hak ettikleri insanlar yönetir gerçeğini kabullenip “Hak ettik, yaşıyoruz” diyeceğiz.