Artık eminim.

İki ülke, iki millet var Türkiyemde.

İkisinden hangisini seçeceğiniz veya seçtiğiniz size kalmış..

Size kalmış dediğime bakmayın. İkincisinde yer almak için bazı meziyetlere! sahip olmak gerekir.

Birinci ülkedeki milletten bahsedeyim, zira onlar kahır ekseriyeti oluşturuyor.

Onlar; İşsizler, işçiler, emekliler, memurlar ve Üniversite bitirmiş ama çalışma imkanı bulamadığı için kendisini eve kapatmış ev gençleri, tarlasını ekemez hale gelen çiftçiler, süt ineklerini mezbahaya gönderip ahırını boşaltan besiciler, kantinde 60 liralık az kaşarlı tosta bile imrenerek bakan öğrencilerden oluşuyor.

Onların gündeminde tek bir konu var.

Aç kalmamak, elektrik, su, doğalgaz ve kira parasını gününde yatırabilmek.

Kredilerini yatıramadıklarından dolayı, kamuya olan borç yükümlülüklerini yerine getiremediklerinden de diken üstünde yaşıyorlar.

AVM ve Marketi gündemlerinden çıkardılar.

Ekmeğin ucuzunu alabilmek, bulabilmek için ev halkından birini Belediyenin ürettiği ekmeklerin satıldığı satış noktalarında nöbete gönderiyorlar.

Üç beş kuruş geçtimi ellerine, akşam saatlerinde semt pazarına gidip, fiyatların düşmesini bekliyor, pazarcının çöpe attığı sebze ve meyvenin yenilebilirlerini seçmeyi de ihmal etmiyorlar.

Bir araya geldiklerinde, kiradan, kömürden, doğalgaz faturasından, sıvı yağın önlenemez yükselişinden, peynir fiyatlarından konuşuyorlar sadece.

Bu kesimin bir bölümünü iktidar, kömür, makarna paketleri ile, bir takım dini cemaatler de inançlarını kendi çıkarlarına alet ederek, hala sömürmeye devam ediyorlar.

Daha da acı olanı, bu kesimin büyük bir bölümü, yaşadığı sefaletin, çocuklarına reva görülen cehaletin nedeni olarak neredeyse 50 yıldır iktidar olamamış bir muhalefet partisini görüyor.

Çünkü 24 saat bunu empoze ediyor iktidar kanalları onlara.

Gelelim ülkenin tadını çıkaran, sömüren, sömürdükçe semiren mutlu kesime.

Onların hayatları 1150 saray ve saray bozması yapılardan başlıyor.

Göreve getirdikleri elemanları ilk olarak partili müteahhitle anlaşıp yöneteceği kurumun binasını yeniletmek ile başlıyor işe.

Bu yüzden ülkeyi betonlaştırmakla kalmadılar, beton ağaları ürettiler.

İçinde para olan her kurumun başına iktidara toz kondurmayacak adamlar getirdiler.

Kendi yargıçlarını, kendi siyasileri, kendi oda başkanlarını, kendi kamu yöneticilerini, kendi sendika ağalarını, kendi sivil toplum kurumu başkanlarını yerleştirdiler kurum ve kuruluşların başına.

Yetmedi, iktidar eliyle ülkenin dengelerini alt üst ettiler.

İhale kanunu ile başladılar, tam 200 küsur kez değiştirdiler.

Eğitim sistemi ile başladılar, eğitimi içinden çıkılmaz noktaya taşıdılar.

Okula gönderdiğiniz çocuğun elini yıkaması için olması gereken donanım yok okullarda ama müdürün makam odası tam bir saray bozması.

Yüksek Öğretime el attılar, yeteneksiz cahil ama partili kim varsa rektör yaptılar. O rektörler de yüzüne tükürsen yağmur yağdı sanacak ne kadar cahil cühela varsa, isimlerinin başına Doç. Prof. gibi ünvanlar yerleştirerek merdivenaltı bir yüksek öğretim sistemi kurup diploma pazarları yarattılar.

İktidara yakın bir takım yapılarla işbirliği yaparak, parakende ticaretin bu yapıların eline geçmesini sağladılar.

Şimdi de onları hayat pahalılığının sorumlusu ilan ettiler.

Genelde ve illerde kendi medya yapılanmasını sağladılar.

TV ve Gazeteleri kirli havuzlarda toplayıp, toplumsal muhalefeti bilgiden ve haberden yoksun bıraktılar.

Ülkenin geleceğini planlamakla yükümlü insanların görev yaptığı kurumları alt-üst ettiler, bir çoğunu kapattılar.

Ülkenin para eden ne kadar değeri varsa, babalar gibi sattılar.

Yetmedi, uluslararası tefecilerden bile para dilendiler.

Yarattıkları gençlik, son model otolarının aksesuarına birer de porselen tabak ekledi, araçta kokain, pardon pudra şekeri çekmek için.

Ülkenin en stratejik kurumlarının başına, uluslararası başarıları olan insanları değil, Kartal İmam-Hatip Lisesi mezunlarını yerleştirdiler.

KPSS Sınavında 100 alan zeki çocukları mülakatlarda eleyip, elinde ‘Cahilim ama amcam milletvekili’ kartı bulunanları kamuya yerleştirdiler.

Bir maaş kesmedi, iki, üç, beş maaşlı işlerin başına getirdiler bu tosuncukları.

Sonuç;

Ülkemin bir yanı sefalet, harap, bitap.

Diğer yanı, lüks limuzinli, özel uçaklı, saraylı, 10 maaşlı görkemin zirvesini yaşıyor.

En acısı ise nedir biliyor musunuz;

İlk bölümde sıraladıklarımın büyük bölümü, ikinci bölümde tanıladıklarımı hala omuzlarında taşıyor, kendi ezikliğini onların lüksünde, görkeminde, şaşaasında unutmaya çalışıyor.

Emperyalizm parasını ödediğimiz savaş uçaklarını vermiyor ama Emperyalizmin yaşayan simgesi ile görüşebilmek için olmadık ödünler veriyoruz, kimin umurunda.

Savaş uçağı yapmışız, hatta bir bölümünü de satmışız, ama motorlarını ABD vermemiş, önemli mi?

Trump Reisin altına sandayle çekti ya.

Bu gurur onlara yeter.

En azından benim penceremden güzel ülkemin görüntüsü bu şekilde.

Şimdi şapkanızı önünüze koyun ve hangi Türkiye’de yaşadığınıza, hangi kesime ait olduğunuza da siz karar verin.