Bak kardeşim, tam 24 sene sabrettik.

Seneye Çeyrek Asır olacak.

Ülkeyi deney laboratuvarına, bizi ise kobaya çevirdiniz.

Olmadı, olmuyor..

Öyle bir mekanizma, öyle bir sistem kurdu ki Atatürk, ayarını bozduğunuz her parça elinizde kalıyor.

Yani yapamıyorsunuz.

Beceremiyorsunuz.

Ordumuzla, askerimizle başladınız.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Komutanlarını içeri tıktınız, ordudan uzaklaştırdınız.

Asker yetiştiren okulları kapattınız, Dünyanın sayılı, Nato’nun ikinci büyük askeri gücünü erittiniz, yok ettiniz.

Şimdi, genç teğmenlerin Mustafa Kemal'i hatırlatmaları bile uykularınızı kaçırıyor.

Yurt Savunmasında, Terörle Mücadelede yaralanan askerin tedavi gördüğü hastanelerini bile kapattınız.

Üniversitelere el attınız, taklacılardan, ‘Ben cahilin ferasetine güveniyorum’ diyenlerden Rektör, tatavacılardan YÖK Üyesi seçtiniz.

Boş bulduğunuz arsaya Üniversite dikilmesini sağladınız. Böylece Üniversite eğitiminin kalitesini lisenin altına kadar indirdiniz.

Nitelikli ne kadar hoca varsa, KHK ile sokağa attınız. Üniversitelerde artık her şey var, bilim ve ilim yok.

Her yer diplomalı, işsiz, diplomasız yönetici, cahil ve gelecekten umut kesmiş bir gençlik ile dolu. Başarılı üniversitelerden başarıyla mezun olanlar ise arkasına bakmadan Avrupa’ya kapak atıyor ve geleceğini burada şekillendiriyor.

Sağlığa el attınız.

‘Dileyen dilediği hastaneye gidecek hizmet alacak. Dilediği eczaneden ilacını alabilecek’ dediniz. Röntgen için 15 gün, MR için 3 ay, diş için 6 ay gün veren, hastayı ise müşteri olarak gören bir sağlık sistemi yarattınız.

Hem de hastaneleri inşa eden şirketlere ‘Hasta garantisi’ veren bir sağlık sistemi oluşturdunuz.

Aydınlıktan o kadar korkuyorsunuz ki, ülkenin elektrik dağıtım işini bile Mehmet Cengiz’lere ihale ettiniz. Gidin bir kırsal kesime, size ne kadar dua! edildiğini gözlerinizle görün.

Devleti tanımayan, kafa tutanların yaktığı kaçak elektriğin faturasını bile bize ödettiniz.

Akaryakıt işini otomatiğe bağladınız.

İçerde ve dışarıda yaprak kıpırdasa, benzine, mazota, doğalgaza ve LPG’ye zam olarak dönüyor tüketiciye. Direksiyon başına geçen, evinde elektrik düğmesine basan, tarlasında traktörle iş yapanlar Sayın Taner Yıldız’a önce rahmet! ve dua! okuyor..

Zira 10 liralık elektrik tüketenden vergilerle birlikte 50, 10 liralık mazot tüketenden de 60 liranın alındığı bir vergi ve dağıtım sistemi kurdu Sayın Taner Yıldız.

Yerli ucağımız göklerde diye kandırdınız, uçuramadınız, yerli otobilimiz yollarda dediniz yürütemediniz, zarar ediyor.

Yoksullukla mücadele etmekti başlıca hedefiniz.

Yanlış anlamışız meğer, zira yüzde 10’a dünyaları bahşettiniz, kalan yüzde 90 hep birlikte yoksullaştık. Beslenemeyen çocukların annelerinin, gidip bir çay bahçesinde bir bardak çay içecek parası olmayan emeklilerin Hayır Duasını! alıyorsunuz gece gündüz.

Yolsuzlukla da mücadele edecektiniz, öyle demiştiniz. Komisyon vermeden iş yaptıran biri varsa gelsin tebrik edeceğim.

Üreten, kazanan, istihdam eden ne kadar kurum ve kuruluş varsa sattınız.

Bankalarımız, limanlarımız, haberleşme sistemimiz, savunma sanayimiz neyimiz vardı ise yabancıların elinde.

Şimdi Demirel'in, Özal'ın yaptırdığı köprüler ve otoyollara diktiniz gözünüzü.

Tarım ve hayvancılığı bile yok ettiniz.

Dünyanın bozuk et, döküntü ürün pazarı haline getirdiniz Türkiye’yi.

Selam vermeye tenezzül etmediğiniz ülkelerden alıyoruz nohutu, fasulyeyi, buğdayı, samanı.

Yeşile o kadar düşmansınız ki, güzel ülkemi beton grisine boyadınız.

Demokrasiyi bile çok gördünüz bize.

Zira Demokrasinin olmazsa olmazı, Kuvvetler Ayrılığı ilkesiyle oynamakla başladınız.

Şimdi Sarayda düğme ilikleyip 'Emredersiniz' diyen bir yargı, buna isyan eden bir hukuk sistemine sahibiz.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, istihdam kapısı haline getirdiniz, her seçimde seçilen insanların tatlı paralarla bir dönem keyif çattıkları, yaptırım gücü elinden alınan, denetleyemeyen bir yer haline geldi meclis. Siz ise meclisin yapması gerekeni Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile 10 dakikada kafanıza göre hallediyorsunuz.

Hele bir yürütmemiz var ki, evlere şenlik.

Her bir bakanın tek hedefi var, Sayın Cumhurbaşkanının gözüne girebilmek.

Utanmasalar, "Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatı ile sabah kalktım yüzümü yıkadım, işe gittim" diye beyanat verecekler.

Onun ötesi hiç bir bakanın umurunda bile değil.

Ve temellerini Aziz Atatürk’ün attığı, temel taşları “Yurtta Barış, Cihanda Barış’ olan dış politika.

Hatırlar mısınız, Sayın Cumhurbaşkanının, hani şu meşhur ‘Züğürt Ağa’ filmindeki Maho Ağa’nın (Şener Şen) repliği vardı ya, “Sataram ha köyü..” diye başlayan.

Sayın Cumhurbaşkanı da Avrupa’yı tehdit ediyordu, “Salaram ha Suriyelileri üzerinize” diyerek.

Sayın Cumhurbaşkanım, sizin tehdit ettiğiniz Avrupa’nın sınırlarını, Türkiye’nin sınırları gibi yol geçen hanı mı sanıyorsunuz.

Bırakınız Suriyeliyi, onlar size bile neredeyse vize uyguluyor, vize alamayanlar o ülkelere giremiyor.

Hele Sisi'nin ağırlanması var ya, valla adam için bu kadar hakareti ben yapsaydım, adamın yüzüne bakamazdım, siz konvoylarla karşıladınız, konvoylarla uğurladınız.

Sonuç;

Türkiye’nin ciddi bir beka sorunu var, ben de katılıyorum.

Ama beka sorununu yaratanların beka sorununu çözdükleri hiçbir ülke yoktur.

Yani yapamadınız, yapamıyorsunuz.

Türk Milleti sabırlıdır. Ama sabrın da bir sınırı vardır.

Elinizden alınmadan, acınası hale getirdiğiniz güzel ülkemin yönetimi.

“Yapamadık kardeşim, özür diliyoruz” deyiverin de millet olarak affedelim sizi.

Yoksa, bu güne kadar yaşadığınız lüks, görkem ve şaşaanın bir faturası olacaktır.

Bu faturalar önünüze konulduğunda, ben söyleyeyim, millet içine çıkacak yüzünüz kalmayacağı gibi 24 senenin hesabını da Yargıya ve Yüce Divan'a vermek zorunda kalacaksınız.