Bu gün 14 Mart Tıp Bayramı.

Hani şu başımız ağrıdığında, gözlerimiz yeterince görmemeye başladığında, karnımıza saplanan ani ağrı sırasında ya da amansız bir hastalığın pençesine düştüğümüzde aklımıza gelen ve saygıyla ‘Aman doktor derdime bir çare’ diyerek kapısında saf tuttuğumuz, kapısını çalanın dinine, ırkına, rengine, giyimine kuşamına bakmadan ağrıya teşhisini koyan, görmez hale gelen gözleri açan, her an duracağını gördüğü kalbe pil takan, hatta kalbi, ciğeri, böbreği yenisi ile değiştirerek insanların ömrünü uzatan doktorlarımız var ya onların günü.

Ama bu bayramı da onlara zehir ettik, zehir ettiler.

Bayrama 3-4 gün kala Sayın Cumhurbaşkanı çıktı ve dedi ki;

"Açık konuşuyorum, açık konuşmayı severim. Varsın gidiyorlarsa gitsinler. Bizler de üniversiteleri yeni, bitiren doktorlarımızı buralarda istihdam ederiz, buralarda onlarla devam ederiz. Gerekirse yurt dışından ülkemize dönmek isteyenleri süratle davet ederiz. Buralar boş kalmaz merak etmeyin. Doktorluk gibi bir aziz mesleği oraya onu dayamak herhalde pek de insani değildir"

‘Oraya ve onu’ dediği, ücretlerin asgari geçim şartlarının gerisinde kalması.

Oysa bu gün, bir çok alanda olduğu gibi tıp alanında da devasa sorunlar yaşıyor bu millet ve sorunlar kronikleşmeye devam ediyor.

Dünyanın hiçbir çağdaş ülkesinde, bir doktora, “Gelen hastaya 5 dakikada teşhis koyacaksın” dayatmasında bulunulmaz.

Dünyanın hiçbir çağdaş ülkesinde, bir doktorun hayatı bu kadar ucuz değildir. Bir magandanın insafına terk edilemez.

Ama Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki, “Ülkemize dönmek isteyenleri süratle davet ederiz..”

Valla ben söyleyeyim, bu ücretlerle, bu yaşam standardı ile ancak ülkemize ilkel Afrika kabilelerinden ‘Üfürükçü’ davet ederseniz gelir.

Gece, Sayın Erdoğan’ın uzun süre Özel Kalem Müdürlüğünü de yapan ve kendisine kurulan Fetullahçı Kumpas yüzünden hayatını İngiltere’de devam ettiren Turhan Çömez’i dinledim.

Bu yıl Tıp 5 ve 6. Sınıflarda okuyan 5 öğrenciyi giderlerini kendisi karşılamak üzere İngiltere’ye davet edeceğini söylemişti ya hani.

Diyor ki Çömez, “Bu duyuruyu yayınladıktan sonra 1 saat içinde 5 bin genç başvurdu. Gönderdikleri başvurularda bu genç doktor adaylarının hiç birinin geleceğini Türkiye’de görmemesi ve şimdiden yurt dışına çıkma hesapları yapması karamsarlığımı bir kat daha artırdı..”

Sayın Cumhurbaşkanının bu sözlerinden sonra, tamirine yönelik çok sayıda açıklama da yapıldı ama, ben burada Memleketin ‘Haseki’si ne dedi, ona baktım.

Diyor ki Sayın Mehmet Özhaseki;

“Devlet, öğrencisine çok yatırım yapıyor. Çocuklar tabii ki bir yandan kendi istikballerini düşünecekler ama bir yandan da bu ülkeye, topraklara karşı sorumluluklarının olduğu bilmeleri lazım. Maaşlarda sıkıntı olduğunu biliyoruz, haklarını da kimse yemek istemez.Tüm sağlık çalışanlarının maaşları ile ilgili çalışma hakkında bizlere de bilgi verildi. Amaç iyileştirmek. Cumhurbaşkanımızın konuşması ve tavrı kendisine hastır. Halk diliyle konuşur.”

Yani Sayın Özhaseki de meseleye ‘Maaş Meselesi’ olarak bakmış. ‘Bizimkinin kusuruna bakmayın, bazen patavatsızlık yapar’ dememiş de, demek istemiş aslında.

Tıp Bayramı nedeniyle Tweet paylaşan Prof. Dr. Bengi Başer Türkiye’deki durumu şu şekilde özetliyor:

“Hekimler ülkeden kovulur, yabancı doktorla tehdit edilir, şiddete uğrar, 5 dakikada bir hasta bakar, onlara özel şikayet hattı bile vardır, herkes para kazanır ama onlar paragöz olur. İyi okumuş pek sevilmez bu ülkede..”

Ne kadar doğru bir tanım.

Zira cehaletin bu kadar taltif gördüğü bir başka dönem hatırlamıyorum ben Cumhuriyet döneminde.

Sonuç;

Bu gün Türkiye’de eğitimli insanlardan intikam alan bir anlayış hakim iktidarda.

Her fırsatta yazılarımda dile getiriyorum ya, güzel ülkem ilkel Emevi kültürünün yerleştirilmeye çalışıldığı talihsiz bir dönem yaşıyor diye.

İngiliz Büyükelçisi Jane Mariot, İngiliz Avam Kamarası’na “Arap Dünyasında Eğitim” başlıklı bir rapor sunmuş, birkaç yıl önce.

Rapor aynen şöyle diyor;

“Arap ülkelerinde en zeki öğrenciler tıp ve mühendisliğe gidiyorlar. İkinci derece mezunlar ise iş idaresi ve iktisat gibi bölümlere giderek birinci derecede mezunların yöneticisi oluyorlar. Üçüncü derece mezunlar ise, siyasete yöneliyorlar ve ülkenin siyasetçileri olarak birinci ve ikinci derece mezunlara hükmediyorlar. Eğitimde tamamen başarısız olanlar ise, ordu ve emniyete katılarak siyaset ve iktisata tahakküm ederek, onları mevkilerinden indirip, isterlerse içeri atıyorlar. Gerçekten dehşet verici olansa, asla hiçbir okula gitmeyenler din adamı oluyorlar ve herkesin kendilerine itaat etmesini sağlıyorlar…”

Eğer bu güzelim ülkede, Kartal İmam Hatip Mezunu olmak, Boğaziçili olmaktan daha büyük değer görüyorsa, onlarca doktorun görev yaptığı hastanelerin müdürleri imamlıktan sağlığa geçmeyse, varın gerisini siz düşünün.

14 Mart’ınız kutlu olsun.